Paylaş
“İnanın bana bu bir insanlık suçudur, nefret suçudur”.
Koskoca bakana inanmak isterdim elbette ama sanırım mesele pek öyle bildiği gibi değil!
Bir kere insanların fikirlerini, ne kadar beğenmesek ve katılmasak da açıklamaları, bulabildikleri ortamlarda dile getirmeleri suç değildir!
Bizim memleketimiz hariç tabii! Bunun yasak olduğu başka ülkeler de var ama onları şimdi tek tek sayıp, Egemen Bağış’a göre yeni bir insanlık suçu işlemek istemem!
İnsanlık suçu kavramı, devletlerin insanlara yönelik giriştiği eylemlerden doğar.
Savaşlar sırasında da işlenebilir, ortada savaş
yokken de.
Dini, siyasi ya da etnik nedenlerle işlenen kitlesel cinayetler, imha, köleleştirme, sürgüne zorlama gibi eylemlerdir. İlan vermekle ilgisi yok yani!
Bu suç ile ilgili günümüzün yaşayan en tipik örneklerinden biri Başbakan’ın ve dolayısıyla Egemen Bağış’ın da can ciğer kuzu sarması olduğu Sudan Devlet Başkanı El Beşir’dir.
Kendisi, “insanlığa karşı suç işlediği ve 200 bin sivilin ölümünden sorumlu olduğu gerekçesiyle” Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanması istemiyle aranıyor!
Ve bu katilin, dünya yüzünde korkusuzca gidebildiği üç–dört ülkeden biri de Türkiye. Buraya geldiğinde devlet tarafından ağırlanıyor, Başbakan ile aynı masaya oturup, yemek bile yiyor!
Egemen Bağış belli ki İstanbul’a belediye başkanı adayı olmak üzere Başbakan’ın gözüne girmek için eli yükseltiyor!
Belki kişisel olarak işine yarayabilir, ama komik oluyor, uyarmış olayım!
Cadı ararken şeytanı da bulun!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın en yakını, İstanbul Kabataş’ta saldırıya uğradığını iddia eden türbanlı kadının beyanının ciddiye alınmadığını, iddianın video görüntüleriyle ispatlanmasının istendiğini söyledi. Bu tutumun çifte standart olduğunu belirtti.
Hayır, video görüntülerini söz konusu kadına inanmak için değil, suçluların neden yakalanamadığını sorgulamak için istedik.
Bu konularda yazan ben de dahil herkes aynı şeyi söyledi: Böyle bir saldırı yapıldıysa alçaklıktır, yapanları hemen bulun.
İstanbul’da ve Türkiye’de Gezi olayları ile ilgili resmen bir cadı avı başlatılmışken, her gün 20–30 kişi bununla ilgili olarak polislerce evlerinden toplanırken, bu saldırganların hâlâ yakalanamamış olması en başta İstanbul polisinin ve dolayısıyla da İçişleri Bakanı’nın, hükümetin sorumluluğudur.
Yoksa polis “cadı” ararken “şeytanları” ihmal mi ediyor?
Aradığımız kişileri bulmak zor olmamalı.
Bunların sayısı 70 ile 100 arasında değişiyor. Üstleri çıplak olarak gösterilere katılıyorlar, ellerinde eldiven, başlarında tuhaf siyah bantlar var! Kadını dövdükleri gibi bir de üstüne çişlerini yapmışlar.
Başbakan’ın toplantısına katılan “solcu bir oyuncuya da” (artık her kimse) bu görüntüler izletilmiş.
Ayrıca “öldüresiye dayak yiyen bir yaşlı adam ve kızı” da görgü tanığı, ama onlar da hâlâ ortada yoklar.
O dayak atıldıysa o adam ve kızı o sırada civarda görev yapan ambulanslardan birinde tedavi görmüş olmalı, hatta belki hastaneye bile kaldırılmış olabilir.
Onları bulmak nasıl zor olabilir? Kayıt tutulmuyor mu, öldüresiye dayak yemiş bir insana yapılan acil müdahalelerde?
Bir çifte standart arıyorsak burada bulmalıyız. Bunlar nasıl olup da yakalanamadılar?
Yoksa söz konusu olan bir saldırı değil de fantezilerle yüklü bir halüsinasyon mu?
İnsanlık sayıyla değil!
MISIR’da darbeci General Sisi’nin demokratik haklarını kullanmak için meydana toplanan insanların üzerine ateş açtırması, insanların ölümüne neden olması kuşkusuz ki ileride insanlık suçu olarak yargılanacak.
Ama Mısır’da, ama Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde!
Aynı akıbet kuşkusuz ki Suriye diktatörünü de bekliyor.
Öldürdüğü binlerce masum insanın hesabını o da vermek zorunda kalacak.
Başbakan, Türkiye’deki antidemokratik uygulamaları eleştirenlere kızarken hep bunları örnek gösteriyor: Onlara niye bir şey demiyorsunuz?
Kuşkusu olmasın ki onlara da “bir şeyler” diyorlar.
Demokrat, dünyanın her yerinde demokrasiden ve insan haklarından yanadır.
Kendi memleketlerinde bile yöneticilerini ağır sözlerle eleştirebilenler Suriye ve Mısır diktatörlerinden mi korkacaklar?
Ama şurası da var ki Mısır’da ve Suriye’de insanlık suçlarının işlenmekte olması, Türkiye’de olup bitenlerin mazur görülmesini sağlamaya yetmez.
Burada da sadece demokratik haklarını kullanmak isteğiyle meydanlara çıkan beş kişi öldü, onlarcasının gözü kör oldu, gaz zehirlenmelerinden kimlerin başına ne geldiğini ya da geleceğini bilmiyoruz.
İnsanlık meselesi, ölen insanların sayısına ya da milliyetine bakarak üzülmekle ilgili değildir.
Kendi yönettiği memlekette “bir, iki, üç, dört kişi öldü” diyerek en küçük bir üzüntü emaresi bile göstermeyen bir Başbakan’ın başkalarına söyleyecek fazla bir sözü de olamaz.
Paylaş