GEÇEN gün Star Gazetesi’nde hükümetin uluslararası bağımsız soruşturmayı kabul etmeyen İsrail’e karşı uygulayacağı yaptırımlarla ilgili bir haber okudum.
Haberi ciddiye alıyorum çünkü bu arkadaşlar hükümetin yazılmasını istemediği şeyleri sayfalarına koyma alışkanlığına sahip değiller. Yaptırımların ağırlığı askeri ihaleler ile ilgili. Uçak modernizasyonu, tank modernizasyonu, yeni tank alımı, sınır güvenliği için radarlar gibi konular bunlar. Alt alta yazıp topladığınızda milyarlarca dolara ulaşan bir harcama! Şimdi “yaptırım” adı altında bu işler İsrail ile yapılmayacak. Teorik olarak bu işlerin İsrail ile yapılmasının iki nedeni olabilir: 1- Ya bu işler diğer ülkelere göre İsrail’de daha ucuza yapılıyordur. 2- Ya da İsrail’den başka bir ülkede yapılamıyordur. Eğer birinci olasılık doğru ise “yaptırım” kararının zararını İsrail değil, biz çekeceğiz demektir. Aynı işi daha pahalıya yaptıracağız ve bütçemizden daha fazla para harcayacağız. İkinci olasılık doğru ise “yaptırım”, Türkiye’nin savunması ile ilgili bazı konuların ertelenmesi anlamına gelir ki bu durumda yaptırımdan zarar görecek olanın Türkiye olduğu çok açık. Bu varsayımlar doğru değilse, yani başka ülkelerde daha ucuza yapılabiliyorsa o zaman bu işleri neden İsrail’e yaptırıyorduk? İsrail ile ilişkilerimiz iyi gitsin diye mi? Böyle bir gerekçe, sınırlı kaynaklarımızı çarçur etmek değilse nedir? Neresinden bakarsanız bakın bu yaptırımların, “yaptırım” olduğunu söyleyebilmek mümkün değil.
Siyaset, dedikodu yapma işi değildir!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, “Şu anda Güneydoğu’da öyle belediyeler var ki TOKİ’ye, ‘Burada niçin yatırım yapıyorsunuz, biz size destek veremeyiz’ diyorlar. ‘Burada yatırım yapmayın’ diyorlar” dedi. Bunun üzerine BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da, “Sizin TOKİ yatırımı dediğiniz araziler Hazine arazisidir. Sizin TOKİ’niz önce arazileri sizin milletvekillerine satıyor, ardından şahsi alım gibi gösterip bu kişilerden geri alıyor. Biz bu vurgunu ortadan kaldırmak için engel oluyoruz. Yoksa buralara bir tek çivi çakanın hizmetinde oluruz” dedi. Neresinden baksanız utanç verici bir durum! Başbakan’ın söylediği doğru ise BDP açısından utanılacak bir durum, Demirtaş’ın sözleri doğru ise hükümet açısından utanılacak bir durum. Bu nedenle tartışmanın dedikodu düzeyinde kalmaması gerek. Başbakan, bildiği somut örnekleri açıklamalı ki suçlaması elle tutulur hale gelsin, kamuoyu bunun hesabını BDP’li belediyelerden sorabilsin. Demirtaş da dedikodu yapmamalı. Madem bildiği böyle somut olaylar var, onları yer ve isimlerle açıklamalı ki TOKİ’nin kaynaklarının yağmalanıp yağmalanmadığını öğrenebilelim. DSP Milletvekili Süleyman Yağız bununla ilgili bir soru önergesi verdi. Ağızlarından “milli irade” sözü düşmese de hükümetin TBMM’nin bu denetim yolunu kullanmasına karşı bir tutumu olduğunu da biliyoruz. Bari bu konuda öyle davranmasınlar ki gerçek nedir öğrenelim. Siyaset, dedikodu yapma işi değildir. Kim ne biliyorsa, somut deliller ile isim ve yer vererek bildiğini açıklamak zorundadır. Bildiklerini kendilerine saklamaları, halkın neler olup bittiğini öğrenme hakkına saygısızlıktır.
Kulübe hoş geldin
BAŞBA-KAN’ın eski basın danışmanı Akif Beki, Radikal’deki köşesinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun son olaylarda takındığı tutumu eleştiren bir yazı yazdı. Olabilir, yandaş olmayan gazetelerde bu tür eleştiriler hep yayımlanıyor. Bu kez bu eleştiri daha çok ses getirdi çünkü bunları yazan Başbakan’ın bir süre en yakınında olan kişi. Dün baktım bazı yandaş yazarlar Akif Beki’ye veryansın etmişler. “Sen nasıl böyle şeyler yazabilirsin” anlamında eleştiriler yapıyorlar. Eğer Beki bu konuda bir geri adım atmazsa yakında “Sen kimin avukatısın” sorusu ile de karşılaşabilir, hiç kuşkum yok! Bu son olay da hükümetin ve yandaş medyanın basın ve fikir özgürlüğüne nasıl baktığını gösteren bir örnek oldu. Eleştiriye tahammülsüzlük, eleştiri yapana yönelik fikri terör ve başta Başbakan bazı isimlerin her türlü eleştiriden muaf olabileceğini düşünen bir anlayışa işaret ediyor bu. Oysa yapılması gereken şey fikre, fikir ile karşılık vermektir. O yazılanları yanlış buluyorsanız, neden yanlış olduğunu yazmanız gerekir, “Sen nasıl olur da bunu yazarsın” diye bir fikir tartışması olmaz. Bu vesileyle Akif Beki’ye de “Birilerinin avukatları kulübüne hoş geldin” diyelim!