Yapmaktan çok yıkmayı sevmek

Taksim'deki Atatürk Kültür Merkezi'nin "kültürel varlık" olmaktan çıkarılacağına ilişkin haber dünkü Hürriyet'te yayımlandı.

Kültür Bakanı Atilla Koç, onarım masraflarını gerekçe göstererek merkezin yıkılıp yeniden yapılacağını açıklamıştı.

İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, tescilin kaldırılmasını kabul ederse, bina "tarihi değeri olmadığı gerekçesiyle" yıkılacak.

Bu binanın inşaatına 1946 yılında başlandı. İnşaatın tamamlanması 1969 yılını buldu ki sadece bu özelliğiyle bile binanın "tarihi" olduğunu söylemek mümkün.

Öte yandan bu bina, 1972 yılındaki yangın ile Türkiye'deki önemli "kontr gerilla" eylemlerinden birine tanık oldu ki sanırım bunu da günümüzün tartışmaları ışığında "tarihsel bir vaka" olarak kabul edilebilir.

Mimar Hayati Tabanlıoğlu'nun bu eseri, çağdaş mimarinin önemli örneklerinden biri. Birbiri ardına sıralanmış dikdörtgen prizmalar şeklindeki tasarımıyla da mimari bir değer.

Mimaride işlevselliği ön plana çıkaran bir anlayışın ürünü! İçinin sade tasarımı bunun bir sonucu.

Yani bina hem mimari açıdan, hem kültür tarihimiz açısından, hem siyasi tarihimiz ve hem de bir döneme hákim olan "devletçi iş görme tarzımız" açısından önemli bir bina.

Koruma Kurulu Başkanı da Kültür Bakanı gibi düşünüyor.

Yani yakında bu bina "bakım masraflarının yüksekliği" gerekçe gösterilerek yıkılacak.

Paris'teki Opera binası, Moskova'daki Bolşoy Tiyatrosu, Milano'daki Scala Operası'nın da bakım ve tamir masrafları, yerine bir yenisini yapmaktan daha pahalıdır, buna kuşku yok.

O binaları yapıldıktan 50 yıl sonra bu nedenle yıkmayıp muhafaza etmek, demek ki ne kadar büyük bir yanlışmış!

Yapmaktan çok yıkmak da bizim insanlık tarihine bir katkımız olacak herhalde.

Avukatlar daha özenli olmalı

TEKİRDAĞ F Tipi Cezaevi'nde cezasını çekmekte olan Alaattin Çakıcı'nın, Milliyet yazarı Can Dündar'a yazdığı "akıllı olmanızı rica ediyorum" mektubunun nasıl yollanabildiğini anlayamadığımı dün yazmıştım.

Dün sabah Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcısı aradı.

Konuyla ilgili olarak Alaattin Çakıcı'nın yazılı ifadesini aldıklarını anlattı.

Çakıcı, söz konusu mektubu avukatına dikte ettirdiğini, tehdit amacı taşımadığını ve mektubu avukatının ulaştırdığını söylüyor.

Başsavcı, avukat-hükümlü arasındaki görüşmelere bir müdahalelerinin olamayacağını söylüyor ki bunda haklı.

Avukatların, hükümlü ve tutuklular ile yaptıkları görüşmelerin gizliliğini korumak, savunma hakkının ayrılmaz bir parçası çünkü.

Başsavcı, konuyla ilgili olarak avukatın ifadesinin alınması için Adalet Bakanlığı'nın izninin gerekli olduğunu da anlattı.

Avukatların sahip oldukları bu hakkı kötüye kullanmamaları gerektiğini düşünüyorum.

Çakıcı'nın mektubunda yer alan "akıllı olmanızı rica ediyorum" ifadesinin bir "tehdit" olarak algılanabileceğini avukatın tahmin etmesi gerekiyordu.

Avukatların, savunma hakkının bir parçası olan "gizlilik" ilkesinin tartışmaya açılmaması için daha özenli olmaları gerekiyor.

İlginç bir benzerlik

İRAN İslam Devrimi'nin 28. yıldönümü törenlerinde Devlet Başkanı Mahmud Ahmedinejad bir konuşma yaptı.

Gazetelerde Ahmedinejad'ın konuşmasıyla ilgili haberi heyecanla okudum.

Çünkü komşu devletin başkanı tıp, bilim, sanayi, tarım ve nükleer teknoloji ile ilgili çok önemli gelişmeler elde ettiklerini ve bunu önümüzdeki iki ay içinde açıklayacağını söylüyordu.

Ahmedinejad'ın konuşmasında AIDS'e çare bulunduğu iddiası da yer alıyor.

İlk başta buna "Acem palavrası" deyip geçmek mümkün elbette ama komşu bir ülkenin devlet başkanı için böyle bir ifade kullanmam yakışık almaz.

Benim dikkatinizi çekmek istediğim konu, Ahmedinejad ile Erbakan arasındaki benzerlik.

Erbakan diyorum ama aslına bakarsanız geleneksel siyasal İslamcı çizgide yer alan siyasetçilerin önemli bölümüyle böyle bir benzerlik kurulabilir.

Ahmedinejad'ı dinlerken gözünüzü kapatsanız, Erbakan ya da Şevki Yılmaz konuşuyor zannedebilirsiniz.

Dilerim ki Ahmedinejad'ın "AIDS çaresi", Erbakan'ın "yüz bin sanayi tesisi temeline" benzemesin!
Yazarın Tüm Yazıları