Paylaş
Saldırıyı hükümeti zor durumda bırakmak için Ergenekon türü bir oluşumun gerçekleştirdiğini ima ettiler.
Sonunda PKK saldırıyı üstlendi.
Dün AKP yandaşı medyaya baktım, onlar belli ki bu gerçeği hâlâ kabul etmek istemiyorlar. Dünkü gazetelerin neredeyse tümünde saldırının PKK tarafından üstlenildiğine ilişkin haber birinci sayfalardan verilmişti.
Yeni Şafak ise birinci sayfasında bu haber için “küçük bir spotu” uygun görmüştü.
Ama gazetenin iç sayfalarında eski tezde ısrar sürüyordu. 11. sayfanın manşetinde “Tokat’ta sis dağılmıyor” başlığı vardı. Başlığın altındaki haber-yorumda saldırının “profesyonel işi” olduğu iddia edilerek (teröristler profesyonel değillermiş gibi) PKK’yı aklama çabası seziliyordu.
Zaman, haberi 1. sayfasından vermeyen tek gazeteydi. 13. sayfasında da Cumhurbaşkanı’nın “Tokat’taki saldırının failleri asla meçhul kalmayacak” sözleri manşetteydi. 19. sayfada Reşadiye pususunun da 33 er olayı gibi soruşturulmasını isteyen eski bir siyasetçinin sözleri manşetteydi. PKK’nın saldırıyı üstlendiği haberi ise aynı sayfanın dibinde tek sütunluk bir haber olarak veriliyordu. AKP’li Hüseyin Çelik’in “Saldırıda soru işaretleri var” sözleri de eski tezde ısrarın bir başka göstergesiydi.
“Yandaş medyadan” Sabah ve Star haberi manşetlerinde vermişti. Ancak Star’ın yazarı Şamil Tayyar ise saldırının “Global Ergenekon’un işi olduğu”nda ısrarlıydı!
Yandaş medyanın Silahlı Kuvvetler düşmanlığı, belli ki bir paranoyaya dönüşmüş.
Kendi askerine böylesine düşman bir medya acaba dünyanın neresinde var?
Allah ıslah etsin diyeceğim ama ıslah olabilecek durumu çoktan geçtiklerini görüyorum.
Başbakan’ın ABD dönüşü “Bu saldırıyı bölücü terör örgütü üstlendi. Bu bir taktik de olabilir” dediğini de duyduktan sonra zaten ne söylesek boştur!
Önemli bir tanıtım fırsatı
DA VİNCİ Şifresi isimli romanıyla bir anda dünya çapında tanınan bir yazara dönüşen Dan Brown, yeni kitabı “Kayıp Sembol”ün tanıtımı için İstanbul’a geldi.
Hürriyet’te Ertuğrul Özkök’ün söyleşisini okumuşsunuzdur. Diğer gazetelerde de dün Brown’ın İstanbul’da geçen bir macera romanı yazabileceğine ilişkin haberler vardı.
Dan Brown, kitapları milyonlarca insanı etkileyen bir yazar. Yazar olarak belki Nobel alabilecek çapta değil ve başı “aşırma” iddialarıyla da derde girdi ama önemi yadsınamaz.
Dünyanın büyük kentlerindeki herhangi bir kitapçıya girdiğinizde onun kitaplarına ayrılmış özel bölümler olduğunu görebilirsiniz. Bu durum onun ticari başarısını gösterir.
Anadolu, eski Hıristiyanlık geleneği için zengin bir coğrafya. Yeraltı kiliseleri, Meryem Ana, Yedi Uyurlar’dan tutun da Ayasofya ve İznik’e kadar!
Dan Brown’a bu coğrafyada geçen bir roman “yazdırtmak”, bu mekânların ve Anadolu tarihinin tanıtımı için bulunmaz bir fırsat yaratabilir.
Mısır’ın, terör saldırılarından sonra kaybettiği turisti geri kazanmak için Brown’dan daha çapsız bir yazarı kullanıp Eski Mısır’ın gizemleri üzerine yazılmış romanlardan yararlandığını unutmayalım.
Görev Turizm Bakanlığı’na düşüyor.
Hatırı sayılır bir bütçeyi tanıtım için harcayan bakanlık, ayağına kadar gelen bu fırsatı değerlendirmeli.
Ligeti’nin metronomları
BİR arkadaşım, İngiltere’de gittiği bir konseri anlatmıştı.
Macar kompozitör Ligeti’nin “Poeme Symphoniqe” isimli eseri çalınmış konserde. Eser, on kişinin çalıştırdığı 100 metronom ile icra ediliyor. 100 metronom sahnede yan yana diziliyor ve hepsi farklı zamanlara ve ölçülere göre kurularak aynı anda çalıştırılıyor.
Metronomlar birbirinden farklı “tik-tak”lar çıkararak hareket etmeye başladığında izleyicinin bu “tik-tak”ların içine saklanmış müziği hissetmeleri gerekiyor.
Biliyorsunuz ki 20 dakika sonra metronomlardan sadece bir tanesi çalışmaya devam edecek.
Ligeti, bu eserini küçük yaşta dinlediği bir öyküden esinlenerek yazmış.
Toplumdan uzakta, kent dışında yaşayan bir kadının öyküsü bu! Kadının bilim adamı olan kocası evi değişik boylarda saatler ve kurmalı makinelerle doldurmuş.
Günün birinde adam ölmüş, kadın evde tek başına kalmış.
Saatler çalışmaya devam etmişler ama kadın hiçbirinin tıkırtısını artık duymuyormuş. Zaman kocasının ölümüyle onun için de durmuş çünkü!
Bu öyküyü anlatmama neden olan şey bir kadın okuyucumdan geçen haftalarda yazdığım bir yazıya aldığım itiraz oldu.
Okuyucum “Bir kadının en iyi yaşı nedir” sorusuna verdiğim yanıtı beğenmemiş.
Demek ki tam olarak derdimi anlatamadım diye düşündüm. Bu metronom öyküsü onun için.
İnsanın içindeki “tik-tak”lar durmadığı sürece, yaşadığınız yaş en iyi yaştır.
Hele bir de o saati her gün yeniden kurmanızı sağlayacak bir sevdiğiniz de yanınızdaysa!
Paylaş