Paylaş
Bu köşede de bunu yazmıştım, dikkatli okuyucular hatırlayacaklardır. (20 Haziran 2013, Kabataş’a bir geçit.)
Edward Morgan Forster, “Hindistan’a bir geçit” romanında, farklı kültürlere ait insanları birbirinden ayıran kültürel önyargıları anlatır.
O romanda sıcağın, yol yorgunluğunun ve önyargılarının etkisiyle saldırıya uğradığına ilişkin halüsinasyon gören bir İngiliz kadın kahraman var.
Ama şimdi görüyorum ki bu bir halüsinasyon olmanın çok ötesinde bir durum!
Doğrudan doğruya, dini duygularını tahrik edip, halk arasında kin ve düşmanlık yaratmayı hedefleyen bir yalan ile karşı karşıyayız.
Ve bu yalanın en büyük yeniden üreticisi ise ne yazık ki ülkenin Başbakanlık koltuğunda oturuyor!
Başbakan gerçekten insani hassasiyetlere sahip birisi gibi davranabilseydi, Gezi protestoları sırasında öldürülen gencecik insanları da kendisine dert edinir, “4 tanesi, 5 tanesi polise saldırırken öldü” diye konuşmazdı.
Polis tekmeleriyle bebeğini düşüren genç kadının çektiği acıyı da paylaşırdı.
Hedef gözetilerek ateşlenen biber gazı fişeklerinin bitkisel hayata soktuğu küçücük çocukları, gözlerini kaybeden insanları yok saymazdı.
İnsani hassasiyetleri olan bir kişi, saldırıya uğrayan türbanlı mı, türbansız mı sorusuyla ilgilenmezdi.
Bunlar çıplak gerçekler olarak önümüzde dururken, “Türbanlı bacımıza saldırdılar, camide içki içtiler” yalanlarını tekrarlamazdı.
Peki Başbakan bu yalanlardan nasıl bir medet umuyor?
Üzerinde durmamız gereken bir konu bu.
Yandaşlarının yazdıklarına, söylediklerine bakarsanız kendisi sadece Türkiye’nin başbakanı değil, aynı zamanda bir dünya lideri de!
O kadar güçlü, o kadar güçlü ki, kimsenin aklına gelmeyecek çılgın projeler yapıyor, bunu kıskanan diğer ülkeler de o yüzden onu baltalamak istiyorlar. (Gerçi, o suçladığı ülkelerin liderlerinin karşısına çıktığında, bu konulara hiç giremiyor ama olsun.)
Böylesine güçlü bir liderin, iki tane yalana sarılıp kalmasını açıklayacak bir psikolojik kuram var mı, bilemiyorum.
Ama böyle bir siyasal tutum olduğunu gayet iyi biliyorum ki, bu da otokratik bir yönetim kurma hevesine zemin teşkil ediyor.
Dünyanın geçmiş diktatörleri, bu tür yalanlarla nasıl oynadılarsa, o da öyle oynuyor.
Kendi yönettiği bir ülkede, halk arasında, işin içine dini duyguları da sokarak düşmanlıklar yaratmaya çalışmasının, toplumu ikiye bölme isteğinin bir tek nedeni olabilir: Bu düşmanlıklardan kendi otoriter yönetim hevesine ulaşmasını sağlayacak çatışmalar çıkarabilme olasılığı!
Cumhurbaşkanı darbeye direnecek mi?
HÜKÜMETİN “anayasal düzene darbe girişimi” sonunda kanunlaştı ve gözler bir kez daha Çankaya’ya döndü.
Bunu “darbe” olarak tarif ediyorum, çünkü özü itibariyle durum tam olarak budur.
Anayasal düzenin, askerin silah gücüyle değil ama Meclis çoğunluğuna dayanılarak askıya alınmasıdır!
Askıya alınmasıdır, çünkü bu kanun Cumhurbaşkanı tarafından onaylanıp, yürürlüğe girdiği anda hükmünü icra edecek bir kanun.
Anayasa Mahkemesi’ne gidene ve mahkeme kararını verene kadar hükümet, yargıda yapmak istediği her şeyi yapacak, mahkeme kanunu iptal etse bile karar geri yürümeyeceği için uygulamada kalacak.
Bu açıdan kanun aynı zamanda bir anayasal kurum olarak Anayasa Mahkemesi’ni de devre dışına itiyor.
Bu darbeyi bugüne kadar karşılaştığımız darbelerden ayıran tek şey, darbeyi askerlerin değil, bu kez iktidardaki sivillerin gerçekleştirmiş olmasıdır.
Bu Başbakan’ın öteden beri gönlünde yatan bir durum aslına bakarsanız: Yolsuzluk soruşturmalarını kendisine karşı girişilmiş bir darbe teşebbüsü ilan ederek anayasal düzeni bir kanun değişikliği ile yok ediyor.
Şimdi sorumuz: Göreve başlarken anayasal düzeni ve hukukun üstünlüğünü korumak için namusu ve şerefi üzerine, “büyük Türk milleti ve tarih önünde” yemin eden Cumhurbaşkanı, bu durumu nasıl değerlendirecek?
İşin asıl ilginç olan yönü, bu soruyu sorma ihtiyacı hissediyor olmamızdır!
Bu soruyu soruyoruz, çünkü “Cumhurbaşkanı tarafsızlığını korur, yeminine sadık kalır, yargıyı yürütmenin emrine sokacak böyle bir şeye izin vermez” diyemiyoruz.
Diyemiyoruz, çünkü hem görev süresi boyunca gösterdiği performansı biliyoruz, hem de geleceği ile ilgili olarak ne tür siyasi hesaplar içinde olduğunu bilemiyoruz.
Siyasi geleceği için Başbakan ile çatışmayı göze alır mı, siyasi geleceği için Başbakan ile her konuda uzlaştı mı gibi sorularımızın yanıtı da yok.
Başbakan, bir yandan internet yasası, diğer yandan HSYK yasası ile Cumhurbaşkanı’nı da seçimini yapmaya zorluyor.
Göreceğiz bakalım hangisini seçecek: Siyasi geleceği için Recep Tayyip Erdoğan ile çatışmayı göze alamayan bir politikacı mı, huzurlu ortamlarda bol bol demokrasiden söz eden, ama zoru görünce tersini yapan bir politikacı mı?
Soruyu şöyle de sorabilirdik tabii: Yeltsin gibi tankların üzerine çıkmayı göze alabilecek mi?
Kimse Yok Mu Derneği’nin açıklaması
Hükümet-Cemaat kavgasında, havuzcuların gazetesinin yaptığı bir yayına dün değinmiştim.
Havuzcular, Cemaatçilerin kurduğu Kimse Yok Mu Derneği’nin topladığı yardım paralarını Somali’de dağıtmadıklarını iddia ediyordu.
Dün bu konuda çok sayıda açıklama aldım.
Açıklamaya göre dernek yardımlarını, AFAD ve diğer STK’lar ile birlikte organize ediyor. Bugüne kadar Somali’ye 53 milyon 38 bin 752 liralık yardım malzemesi ulaştırılmış.
Yardımlar 4 Ağustos 2011’de başlamış, halen de sürüyormuş. Dernek ayrıca Somali’de 29 sağlık organizasyonu gerçekleştirmiş. Başkent Mogadişu’da 9 poliklinik, 2 ameliyathane, 2 doğumhane, genel ve yenidoğan yoğun bakım üniteleri, radyoloji, laboratuvar ve eczaneden oluşan 3000 metrekare kapalı alana sahip tam teşekküllü bir hastane, 3120 metrekare kapalı alana sahip bir okul, 1850 metrekare kapalı alana sahip yurt, 880 metrekara kapalı alana sahip bir aşevi ile Somali halkına hizmet veriliyormuş.
Bir okuyucum da derneğin Bakanlar Kurulu kararıyla kamu yararına çalışan dernek statüsünde olduğunu, bu haberler doğruysa Başbakanlığın neden harekete geçmediğini soruyor.
Okuyucularımın bilgisine sunarım.
Paylaş