Paylaş
Cumhurbaşkanı’nın kafasındaki “başkanlık sistemi”nin neye benzediğini artık biliyoruz.
Denge ve fren mekanizmaları olmayan, Meclis’i işlevsizleştirecek, her şeyin tek hâkimi Başkan’ın olacağı bir sistemden söz ediyor.
Böyle bir ülkede demokrasiden söz edilemez.
HDP’nin böyle bir sistemde, kendi programını uygulayabilmesi mümkün mü?
Erdoğan gibi inişleri çıkışları son derece keskin olan bir başkanın yönettiği bir ülkede, Kürtlerin istediği demokratik açılımlar olabilir mi?
Bu mümkün değildir.
Ülkenin bir bölümünde faşizm sürerken, diğer bölümünde demokrasi olmaz.
Öte yandan “uzlaşma” da kötü bir şey değildir.
Diyelim ki Demirtaş verdiği sözü tutmadı, birçok kişinin korktuğu şey gerçekleşti, Erdoğan ile uzlaştı ve Anayasa’da kendilerine göre bir değişiklik yaptılar.
Bunun siyasi sonuçlarının olmaması mümkün değildir.
Bir sonraki seçimde her iki taraf da halkın çoğunluğunun benimsemeyeceği bir uzlaşmanın bedelini öder, demokrasilerde işler böyle yürür.
Öte yandan unutulmaması gereken şudur: HDP’nin barajı geçemeyeceği bir tabloda, Erdoğan zaten istediklerini, kimse ile uzlaşma ihtiyacı hissetmeden yapabilecek çoğunluğu elde edecek.
Hangisi daha iyidir? Bir uzlaşma aramak zorunda kalması mı, yoksa kafasının dikine istediğini yapabiliyor olması mı?
Erdoğan ile HDP uzlaşmasının ülkeyi bölünmeye götüreceğine ilişkin korkuları olanlar şunu da düşünmeliler:
HDP’nin ve Kürt siyasal hareketinin Meclis’te temsil edilemediği bir Türkiye bölünmeye daha yakındır.
AKP, seçim barajını indirmeye yanaşmadı ve bu tehlikeyi göz ardı etti.
Oysa seçimi kazanacaklarına bu kadar eminlerken, Kürtlerin temsil edilememesinin yaratacağı sorunları, esas onların düşünmesi gerekirdi.
Böyle bir ülkeyi yönetebilmenin zorluklarını öyle görünüyor ki hafife alıyorlar.
Bu seçim giderek daha çok bir “kader” seçimine dönüşüyor.
Hep birlikte gerçek bir demokrasi kurup, öyle mi yaşayacağız, yoksa yüzyıl öncesinin fikirlerinin egemen olduğu bir otokraside mi?
Seçimde oylayacağımız şey öncelikle bu olacak.
Kişisel gösteri çözüm değil
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İzmir’de önseçime girmeye karar verdi.
Doğru bir karar vermiş diye düşündüm.
Haberlere göre CHP liderinin önseçime girme kararı almasının nedeni, Parti Meclisi ve MYK üyelerine, önseçime girmenin önemini göstermekmiş. Kolayca tahmin edebileceğimiz gibi PM ve MYK üyelerinin bir bölümü, kontenjandan seçime girmek istiyorlardır.
Önseçim telaşı ve derdi yaşamadan, merkezden bir yere tayin edilmek ve oradan seçilip zahmetsizce milletvekili olmak, bir bölüm siyasetçinin rüyasıdır.
Kılıçdaroğlu da kendisine gelebilecek bu yöndeki taleplerin önünü kesebilmek için önseçime girme kararı almıştır.
Talepleri “Ben de giriyorum önseçime” diye göğüsleyebilmek için!
Demokratik bir yarış, partinin daha canlı ve hareketli olmasına yarar ve günümüz partileri içinde buna en çok
ihtiyacı olanın da CHP olduğu çok açık.
Milletvekilleri örgütün tercihleri doğrultusunda önseçim ile belirlenirse, parti tabanının seçim kampanyası sırasında daha faal olacağı bilinen bir gerçek.
Burada sorun Kılıçdaroğlu’nun bütün milletvekili adaylarının önseçim ile belirlenmesi kararını verememiş olması.
Kişisel bir gösteri yaparak bunun önemini anlatmaya çalışacağına, parti yönetiminden böyle bir karar çıkarttırsaydı daha doğru olmaz mıydı?
Seçimde “vitrine” konacak az sayıdaki aday dışında
kontenjan adayı belirlenmemesi, parti örgütüne güvenmesi daha doğru olurdu gibi geliyor bana.
Devlet kesesinden seçim faaliyeti
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu’nun göreve başladığındaki ilk açıklamalarından biri kamuda tasarruf yapılması ile ilgiliydi.
“Taşıt kiralama ve hizmet binası alımlarında israfa varan harcamaları denetleme” sözü vermişti.
Ama öyle görünüyor ki ne Başbakan sözünü tutabilmiş, ne de Başbakan’ın tasarruf emrini kamuda takan olmuş.
Bu yıl Davutoğlu’nun yönetimindeki ilk iki ayda taşıt kiralamaya ayrılan tutar, geçen yılın ilk iki ayına göre 15 milyon lira daha fazla.
Örtülü ödenek harcamaları aynı dönem için 186 milyon lira artmış.
Başbakanlık, yıllık ödeneğinin yarısını yılın ilk iki ayı içinde harcamış, bitirmiş.
Öyle görünüyor ki “kamuda tasarruf”, seçim heyecanıyla unutulmuş, bir tür seçim ekonomisi başlamış.
Seçimlere doğru bunun daha da hızlanacağını, bütçeden finanse edilen açılış ve temel atma törenleriyle siyasi propagandaya gaz verileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Eşit bir seçim yarışı olmayacak. Hükümet, yazılı ve görsel medyanın büyük bölümünü kontrol ediyor.
Kamu kaynakları seçim mitingine dönüşecek törenlerle harcanıyor.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi Cumhurbaşkanı da kendi kampanyasını sürdürüyor, kamu kaynaklarıyla mitingler yapıyor.
Muhalefetin işi gerçekten çok zor.
Paylaş