AMERİKALI yazar Charles Bukowski ile sohbet dolu bir gece geçiren şair Raymond Carver yazmış bu şiiri:
"Ve Bukowski derim, sen şanslı bir adamsın / Bukowski bu belaların hepsini atlattın / Ve sen şanslı bir adamsın / Ve mavi duman yayılır masamın üstüne / Ve pencereden dışarı Delengpre Caddesi’ne bakarım / Ve derin nefes alır ve yazmaya başlarım / Bukowski işte yaşam budur derim kendi kendime."
2006 yılının bu son yazısını yazarken masamın üzerine doğru mavi bir duman yayılıyor.
Koridordan, bizim binanın her yılbaşı haftasında bitmek bilmeyen "partilerinden" birinden daha taşan sesler geliyor kulağıma.
Neşeli, canlı genç insanların sesleri!
Kendimi hálá 20’lerimde hissetmemi sağlayan sesler bunlar.
Odamın penceresinden de Ayamama Deresi’nin kuru yatağı, Bağcılar’ın gri sıvalarıyla boyanmadan bırakılmış apartmancıkları, ön yüzleri cam kaplı modern iş merkezleri ve sayısız minare görünüyor.
Bunu daha önce de yazdım, belki hatırlayan okuyucular vardır aramızda:
"Ve Mehmet derim, sen şanslı bir adamsın."
Kendimi şanslı hissetmem için o kadar çok nedenim var ki!
Dünyanın -bence- en iyi mesleğine girdim, kararlı bir giriş miydi derseniz, evet öyleydi.
Başarmanın gururlu sevincini duydum hep, satış raporlarına korkmadan baktım.
Dünyanın -bence- en güzel kadınlarına áşık oldum hep. Sevildiğimi hissettirdiler bana. Minicik sesleriyle her "Mehmet" deyişlerinde içim titredi heyecandan.
Ama en önemlisi, doğum raporunda "3 kilo 550 gram ağırlığında bir kız çocuğu" yazan minik meleğimin büyüdüğünü gördüm.
Şahane arkadaşlarım, başım sıkıştığında aradığım dostlarım oldu.
Elbette kaybettiklerim de: Her yılbaşı ve bayram sabahında onların seslerini arıyor kulağım:
Su böreği açan bir oklavanın tıkırtısını, radyodan yükselen Yurttan Sesler’i.
Bu nedenle bu özel günlerde duygularım hüzün ile sevinç arasında gidip gelen bir sarkaç gibi.
Neşelenince hatırlıyorum ki, "babam, anneannem, babaannem, dedelerim yok artık".
Hüzünlenince "dur" diyorum kendime, "annem, kardeşlerim, büyük ve çılgın ailem yanımda".
Mavi bir duman yayılıyor masamın üzerine, tıpkı şiirdeki gibi.
İçinde neler yok ki?
Sitemle bakan yeşil bir göz "beni unuttun yazında" diyor. Nemlenmiş, asla dayanamam o haline.
Bilmiyor ki o göz, yaşamımın merkezinde olmasaydı bu yazıların bir anlamı hiç olmazdı.
Başım dönüyor dumanın getirip önüme serdiklerinden.
"İyi bir yarım yüzyıl oldu" diyorum, "sen şanslı bir adamsın".
Diliyorum ki bu mavi duman sizi de çeksin içine.
Sevdiklerinizi, yaşamınızın en unutulmayacak anlarını bir daha görün o dumanın içinde.
Mutlu bir yeni yıl olsun. Bayramınız kutlu olsun.
Uzlaşmaz çelişki!
HABERİ dün Hürriyet’te okudum.Gölyazı Belediyesi, Uluabat Gölü’ne "dolgu sistemi" ile bir balıkçı barınağı inşa etmek istiyor.
İlk bakışta iyi bir iş gibi görünüyor. O göldeki balıkçıların teknelerini kötü havalarda muhafaza edebilecekleri bir yere sahip olmalarında ne kötülük olabilir ki?
Ancak, Türkiye Doğal Hayatı Koruma Vakfı ile Uludağ Üniversitesi, barınağın bu yöntemle yapılmasının gölde su dengesini bozacağını ve aşırı otlanma nedeniyle gölde organik kirlilik başlayacağını söylüyor.
Yani barınak yapılırsa gölde balık kalmayacak.
Gölde balık kalmazsa balıkçı da olmayacak.
Balıkçı olmazsa balıkçı barınağına da gerek yok!
"Uzlaşmaz çelişki" denilen bu olsa gerek.
Mühendis değilim ama hem balıkları, hem balıkçıları koruyacak bir yöntem yok muydu; Gölyazı Belediyesi, üniversiteden daha mı iyi biliyor bu işleri diye düşünmeden edemiyorum.
Yoksa yine cebinin doldurulması gereken partili bir müteahhit mi var orada?