BİZİM kamu düzenimizin en önemli sorunu, "yanlış" kişilerin yaptıkları "yanlış" işleri örtbas etmenin, bir üst makamın görevi olarak görülmesidir.
Hatalar ve "çürüme", "kişisel" düzeyde ele alınmaz.
Tam tersine, ilgili kamu kurumu kendisini ortaya koyarak, o memuru savunma pozisyonuna geçer.
Hatalı bakanı Başbakan, hatalı yüksek bürokratı bakan, hatalı astı bir üstü korur.
Ve bu "kurumu yıpratmamak için" yapılır. Ama sonunda hatalar ortaya kaçınılmaz olarak döküldüğünde de yıpranan kurumun kendisinden başkası olmaz.
Hatalı memur, yaptığı hatanın cezasını ödemeyeceğini bilir, amirleri tarafından kollanılacağını bilir ve bu nedenle bildiğini okumaya da devam eder.
Bunun hesabını sormak isteyenlere verilecek yanıt hazırdır:
"Devlet güçlerini zaafa uğratmayalım."
Devletin güçlerini asıl zaafa uğratacak şeyin, hatalı memuru korumak olduğunu bağırıp çağırsanız bile anlatamazsınız.
Kamu yöneticileri, asıl korumaları gereken şeyin kişiler değil, Anayasa ve yasaların emrettiği düzen olduğunu fark edene kadar bu durum böyle sürüp gider.
Son zamanlarda "kurumsal tepkiler" yine sıklaşma istidadı gösteriyor.
Madem bu konuda bir hassasiyet var ben de "kurumları yıpratmayayım" diye, genel bir çerçeve içinde uyarayım dedim.
Anlaşılacağından çok emin olmamakla birlikte, kurumları korumanın, o kurumların varlık nedeni olan hukuki düzeni korumaktan geçtiğini bir kez daha hatırlatmış olayım.
Hukuk dışına çıkan personeli korumak, o kurumların hukuki durumlarını da tartışmalı hale getirebilir, unutmayalım.
Yemekteyiz - Çankaya!
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün, "devletin zirvesi" için verdiği "uyum yemeği" dün yenildi.
Katılanlara afiyet olsun diyorum. Ne yazık ki yemek ve sofra düzeni için verecekleri notları hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
Gazetelerdeki haberleri okumuşsunuzdur ama yemeğe katılanları tekrarlayayım:
TBMM Başkanı Köksal Toptan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, Danıştay Başkanı Mustafa Birden, Sayıştay Başkanı Mehmet Damar, Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanı Ahmet Akyalçın, Askeri Yargıtay Başkanı Tuğgeneral Ahmet Alkış, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanı Tuğgeneral Turgut Arıbal.
Başbakan bunu "gecikmiş bir yılbaşı yemeği" diye isimlendirdi ancak Köşk’ten yapılan açıklamada yemeğin devletin zirvesinde gerilimlere yol açan son günlerdeki tartışmalar için düzenlendiği de saklanmıyor.
"İşe yarayacak mı" diye sorarsanız, yanıtım hazır: Hayır, hiçbir işe yaramaz!
Çünkü Cumhurbaşkanı, aksini ne kadar söylerse söylesin, içinden çıktığı partinin ve hükümetin temsilcisi gibi görülüyor, böyle algılanıyor.
Recep Tayyip Erdoğan’ın, "Adayımız Abdullah kardeşimizdir" dediği günden beri bu böyle.
Cumhurbaşkanı’nın, AKP’nin bir oldubittisiyle seçilmesinin yanlışlığını vurgularken, işte bugünleri kastediyorduk.
Cumhurbaşkanı, bizim anayasal düzenimizin kilit makamlarından birisi, sadece temsili görevleri yok.
Ve bu makamdaki kişinin tarafsızlığı, sistemin düzgün işlemesi için vazgeçilemeyecek önemde.
Zaman, yapılan hataları birer birer ortaya çıkarıyor.
Olan Türkiye’nin çok değerli zamanına oluyor!
Türkiye, muazzam bir eser kazandı
ÖNCEKİ gece, 1907 Fenerbahçeliler Derneği’nin yaklaşık iki yıl süren bir çaba sonucunda hazırladığı "Asr-ı Fener" isimli kitabın tanıtıldığı törene katıldım.
40 kişilik bir çalışma grubunun, yaklaşık 50 bine yakın belge, fotoğraf ve tabloyu tarayarak gerçekleştirdikleri muazzam bir eser bu.
Gazetelerde kitabın boyutları ve ağırlığı ile ilgili bilgiler, ister istemez kitabın içeriğinin önüne geçmiş.
Kitabın asıl önemi, ağırlığı, boyutları ve eşine ender rastlanabilecek özel cildinden değil, içeriğindeki zengin tarih bilgisinden kaynaklanıyor.
Bu kitap sadece 2007 adet basıldı ve kolayca ulaşılamayacak bir fiyattan satılıyor.
Ancak kitabı, Şükrü Saracoğlu Stadı’nın içinde yer alan Fenerbahçe Müzesi’nde görebilmek mümkün.
Kitabın 2 terrabitlik dijital kopyası da Fenerbahçe Spor Kulübü’ne hediye edildi.
Kulüp, bu kopyayı internetten ulaşılabilir hale getirebilirse, basılı kitaba ulaşma olanağı olmayanlar için de yararlı bir kültürel hizmeti yerine getirmiş olur.
Günün birinde Galatasaray ve Beşiktaş da böyle önemli çalışmalara da imkán ve kaynak ayırabilir düşünsel düzeye gelebilirlerse, Türk spor tarihi açısından benzersiz bir zenginlikte kitaplığa kavuşabiliriz.