Paylaş
“Bundan böyle Türkiye, bu konularda bölge ülkeleri başta olmak üzere daha yakın çalışacak. Nasıl İsrail ile sorunları bir noktaya getirdiysek, nasıl Rusya ile işleri tekrar rayına soktuysak, Suriye’de de, bölgedeki diğer ülkelerde de çok daha güzel gelişmeleri yaşayacağız. Bunun süreci başlamıştır. Adımları atılmıştır. Bunun sonuçlarını da hep beraber göreceğiz.”
Başbakan’ın İhracatçılar Meclisi’ni Çankaya Köşkü’nde kabulü sırasında söylediği bu sözleri Milliyet’te yayınlandı.
Bizim gazetede konuşmanın daha çok ekonomi ile ilgili yönleri yayınlandı. Diğer gazetelerde de öyle.
Bu konuşma, dün bu yazıyı yazdığım saate kadar Başbakanlık internet sitesine de konulmamıştı.
Belli ki Başbakanlık sitesi ciddiye alınmıyor, çünkü sitedeki en son konuşma 3 Ağustos tarihli CNN Türk-Kanal D ortak yayınındaki mülakatı!
Dolayısıyla konuşmanın tümü değil, Milliyet’te yayınlanan bölümü elimde.
Başbakan’ın bu sözlerinden şunu anlıyorum: Suriye ile ilişkiler konusunda “daha güzel gelişmeler” beklemeliyiz.
Konuşmada, Suriye’den hemen önce İsrail ve Rusya ile ilgili sorunların çözüldüğünden söz ettiğine göre Suriye’yi de bu çerçeve içinde düşünüyor demektir.
Bu Esad rejimi ile başlatılan bir süreç midir, konuşmada işin bu yönü net değil. Dediğim gibi konuşmanın tam metnine de ulaşabilme olanağım olmadı.
Ancak Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Rusya dönüşü, Suriye konusunda Rusya ile üçlü çalışma grubu kurulacağından söz etmesi, bu konuda bazı gelişmelerin yaşanacağının bir işareti.
Cumhurbaşkanı’nın Rusya ziyareti sırasında 2.5 saatlik özel bir toplantının da Suriye için yapılmış olması bir başka işaret sayılmalı.
Bu gelişmeler, Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlık’tan tasfiye edilmesinin ardından, dış politikada da ideolojik tasfiyesinin başladığını düşündürüyor bana.
BİR MUSİBETTEN İKİ HAYIR ÇIKTI
- CUMHURBAŞKANLIĞI Genel Sekreter Yardımcısı ve Sözcüsü İbrahim Kalın, yayınlanan Sabah gazetesinin İngilizce versiyonuna bir makale yazdı.
Şöyle diyor: “7 Ağustos’taki mitingde son derece güçlü biçimde sergilenen yeni uzlaşı, devlet kurumlarına sızma girişimlerine karşı erdem, şeffaflık ve sorumluluk ilkeleri üzerine kuruldu. Siyasi görüşü ne olursa olsun Türkiye’deki herkes, sağlıklı ve iyi işleyen bir demokrasinin temel unsurları olarak bu ilkeleri yerine getirme konusunda birleşti.”
Fetullahçı çetenin darbe girişimi, daha önce çok yazıp çizdiğimiz ama AKP çevrelerine bir türlü anlatamadığımız gerçeklerin görülmesini sağladı.
Böylece bu musibetten, bir hayır daha çıkmış oluyor.
1– Bu çetenin devletten ve toplumdan kazınıp atılması.
2– “Uzlaşmanın” öneminin iktidar partisince de anlaşılması.
Bunun, gelip geçici bir bahar havası olmamasını diliyorum.
Fırsat buldukça hatırlatacağım.
Çünkü ortaya çıktı ki tek başına iktidar olmak belki mümkün ama yönetebilir bir demokrasi olabilmek o gücü geniş kitlelerle paylaşabilmek ile
mümkün.
MASUM İNSANLARI MAĞDUR ETMEMEK GEREK
FETULLAHÇILARIN darbe girişiminin ardından Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan üniversiteler konusuna önem veriyorum.
Bu üniversiteler kapatılacağına, ilgili devlet üniversitesine bağlansaydı, hem ciddi bir öğretim üyesi kadrosu işsiz kalmayacaktı, hem de dev kampuslar çöpe atılmamış olacaktı.
Dün bu üniversitelerden birinde öğretim üyesi olarak çalışırken işten atılan bir akademisyenden bir mektup aldım. Sizlerle de paylaşmak istiyorum:
“Söz konusu kurumların kapatılmasıyla biz akademisyenler, sadece işsiz kalarak özlük haklarımız ile lisansüstü eğitimimize devam edebilmemiz için gerekli olan geliri ve çalışma ortamını kaybetmekle kalmayıp, hiçbir bağlantımız/ilgimiz olmamasına rağmen böyle bir oluşum içerisinde olduğumuza dair kamuoyunda yerleşmekte olan kanı sebebiyle yaftalanmaktan da tedirginlik duymaktayız. Nitekim bu kanı sadece birey olarak toplum içerisinde bizlere karşı olan tutumu yönlendirmekle sınırlı kalmayıp, bundan sonra başvuracak olduğumuz işlerde şahsımıza yönelik önyargılı yaklaşımı da tetikleyecektir.
Öyle ki, SGK tarafından çıkarılmış olan, 02.08.2016 tarihli, 842280040-13695507-568 sayılı Genelge’nin, 2. başlığının 1. kısmında yer alan ‘Bu sigortalıların işten ayrılış bildirgesi ünitelerce resen düzenlenecek olup işten ayrılış nedeni olarak ‘36- OHAL/KHK’ kodu kullanılacaktır’ ibaresinin, bu yaklaşımı tetikleyecek en somut neden olduğu endişesini taşımaktayız.
Nasıl ki hukuka aykırı bir fiili gerçekleştirdiği ispatlanan kişilerin yargılanması hukuk devletinin bir gereği ise, aynı şekilde kendilerine suç isnat edilmeyen kişilerin masum kabul edilmesi de masumiyet karinesinin bir sonucudur. Ancak bu zamana kadar ortak çabası bilim yapmak olan bizler, bir sabah uyandığımızda terör örgütü ile bağlantısı olduğu iddia edilen kurum çalışanı olarak işimize son verildiğini öğrendik ve artık tek ortak çabamız kendimizi nasıl aklarız sorusunun cevabını aramak oldu.
Oysa ki insan olmadığı, yapmadığı bir şeyi nasıl ispatlar? Bizlerin tek yaptığı TBMM tarafından çıkarılan kanun esasınca kurulan, Devlet’in gözetimi ve denetimi altında olan Vakıf Üniversiteleri’ne YÖK’ün tahsis etmiş olduğu kadrolar için açılan sınavlar doğrultusunda, yine Devlet tarafından öngörülen şartları sağlayıp, ilan edilen meşru puanlarımızla yerleşerek kamu hizmet faaliyetini yerine getirmekti.
Keza Hukuki güvenlik ilkesi çerçevesince yine bizler sadece ilgili kurumlara başvururken değil, aynı zamanda bu kamu hizmetimizin uzantısı olan akademik faaliyetlerimizi yerine getirirken Devlet’in güvencesi altında olduğumuzu düşünüyorduk. Bu nedenle, söz konusu kanunun uygulaması ile ilgili olarak kamuoyunda çok sık şekilde dile getirilen ‘kurunun yanında yaşın da yanması’ endişesi ve hassasiyeti ile masum kişilerin işlerini aniden kaybetmeleri sonucunda yaşanan mağduriyetlerin göz önüne alınarak, belirtilen örgütle bireysel olarak hiçbir ilişkisi olmayan akademisyenlerin belirlenmesini, Devlet tarafından akademik kariyer güvencelerinin sağlanmasını, özlük haklarının korunmasını sağlamak üzere önlemlerin alınması için ilgili kurum ve kuruluşların harekete geçirilmesini ve böylece kaybolan itibarın da geri kazandırılmasını istiyoruz.”
Paylaş