Paylaş
Murat Yetkin’in Hürriyet’te aktardığına göre “Başkaları da öyle ama biz de geçerli bir politika ortaya koyamadık” dedi.
Numan Bey yanılıyor. Suriye politikası, esas nedenin sonuçlarından biridir.
Esas neden, AKP’nin bütün iradesini bir tek kişinin eline bırakmış olmasıdır.
Parti içindeki demokratik tartışma zemininin yaratılmaması, dışarıdan söylenenlere de kulakların kapatılmasıdır.
Eğer parti yönetimi, daha da doğrusu partiyi yöneten “tek akıl”, eleştirileri, uyarıları bir “düşmanlık” olarak algılamasa ve “Acaba doğru mu söylüyorlar” diye düşünüp kendi arkadaşlarıyla gerçek bir istişare yapabilseydi, bugün yaşadıklarımızın çoğunu yaşamıyor olurduk.
Fetullah Gülen hareketinin bir dini cemaat değil, gizli bir örgüt gibi davrandığını yazdığım tarihte, bugünkü Cumhurbaşkanı, ne istedilerse veriyordu.
Bunu bir tek ben yazıp çizmedim.
Bu örgütün devlet içinde kadrolaşmaya çalıştığını, devleti ele geçirmeye çalıştığını, ordu içinde kendileri için tehdit olarak gördükleri subayları tasfiye amacıyla davrandıklarını birçok kişi yazdı, söyledi.
Ama sesimiz kimseye ulaşmadığı gibi bunu söyleyenlerin bir bölümü bugünkü Cumhurbaşkanı’nın savcılığını yaptığı davalarla hapislere atıldı.
Suriye’de iç karışıklıklar başladığında, bizimkiler Katar ve Suudi Arabistan’ın peşine takılıp ateşe benzin dökmeye niyetlendiklerinde de uyardık.
Suriye’nin parçalanmasının tehlikelerine dikkat çektik.
Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına sokmayın dediğimizde zamanın Dışişleri Bakanı ve sonradan Başbakan olan şahıstan aldığımız yanıt hamaset dolu nutuk oldu!
Barış süreci, “Ben sana dokunmayayım, sen de bana dokunma” şeklinde sürüp giderken, uyardık.
PKK terörünün böyle bitirilemeyeceğini, esas meselenin demokrasinin güçlendirilmesiyle çözüleceğini yazdık.
Ama o tarihte ülkenin bir bölümünde demokrat olmayan bir iktidar, diğer tarafında nasıl demokrat olabilecekti ki?
Barış süreci böyle harcandı.
Darbe girişiminin ertesinde özgür basının varlığının ne kadar önemli olduğunu görenler, keşke daha ortada bu işler yokken özgür basının “düşmanlık” yapmadığını, uyarı ve denetleme görevini yerine getirdiğini düşünebilselerdi.
Sorun, parti iradesini tek kişinin eline bırakmak ve o ne söylerse peşinen doğru kabul etmekten kaynaklandı.
Ortak akıl ortalarda görünmeyince “üst akıl” kolayca at koşturabildi!
HESSE DİYOR Kİ
- NUMAN Bey için Hermann Hesse’den bir alıntı yapacağım. Sadece onun için değil, bütün siyasi parti üyeleri için:
“Bir partiye üye olmaması gerektiğini kimseye salık vermem, ama herkese şunu söylemek isterim ki, kişi pek erken yaşta bir partiye üye olmakla çevresinin dava arkadaşlarıyla kuşatılmasından duyacağı hazza karşılık kendine özgü yargı yeteneğini elden çıkarma tehlikesiyle yüz yüze gelecektir.”
Bu alıntıyı elbette sadece parti üyeleri için yapmadım.
Sağda ya da solda, küçük cemaatlerin içinde kendi iradesini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olan herkesin ne yapmakta olduğunu
bir kez daha düşünmesi için!
TÜRKİYE’Yİ ‘ÖTEKİ’ OLARAK GÖRÜYORLAR
BAŞBAKAN Binali Yıldırım, Ankara’daki yabancı diplomatlara sitem etti.
“Paris’te Charlie Hebdo’dan sonra dünya liderleri akın akın oraya gitti, Türkiye Başbakanı dahil. O gün herkesin buraya gelip bizimle dayanışma içinde olmasını beklerdik” dedi.
Başbakan’ın haksız olduğunu kim iddia edebilir?
15 Temmuz günü Türkiye’de bir askeri darbe girişimi oldu ve bu girişim sokaklarda canını feda edenler sayesinde önlenebildi.
Darbeci askerler, sivillerin üzerine ağır silahlarla gittiler.
Felaket daha da büyük olabilirdi, Türkiye’yi iç savaşa sürükleyecek bir tablo çıkabilirdi.
Ve bütün bunlardan sonra Türkiye’nin demokratik yollarla işbaşına gelmiş hükümetine destek olmak, onun yanında olduğunu göstermek, kendisine “demokratım” diyen her dünya liderinin görevi olmalıydı.
Bunun Recep Tayyip Erdoğan’ı ya da Binali Yıldırım’ı sevip sevmemekle bir alakası yok.
Seversiniz ya da sevmezsiniz. İdeolojik olarak farklı düşünebilirsiniz, söylediği hiçbir söze katılmayabilirsiniz.
Ama sonuç olarak bunlar Batı’nın ittifak içinde olduğu bir ülkenin seçilmiş yöneticileridir ve böyle bir desteği beklemek haklarıdır.
Kimilerinin söylediği gibi Recep Tayyip Erdoğan, Batı’ya yaltaklanmıyor olabilir.
Recep Tayyip Erdoğan’ı, ülkede otoriter bir rejim kurma heveslisi olarak da görebilirsiniz. Nereden baktığınızla ilgilidir.
Batılı liderler, benzeri bir heves içinde olan Macaristan’da darbeye teşebbüs edilmiş olsaydı, böyle mi davranırlardı?
Kuşkusuz ki hayır, böyle davranmazlardı.
Sorunun temeli aslında Erdoğan’la ya da Türkiye’de İslamcıların iktidarda olmasıyla ilgili değil.
Sorun, Batı’nın Türkiye’yi “öteki” olarak görüyor olmasında.
En demokratının içinde bile böyle bir ırkçı bakışın kalıntıları var.
Batı’nın da ciddi bir özeleştiri yapmasının zamanıdır.
Paylaş