Paylaş
Başında şapkası ama yana devrilmiş, belli ki hava da çok sıcak, o nedenle hep düzgün görmeye alıştığımız kravatı da biraz yana kaymış. Elinde bir gaz lambası var. Diğer eliyle şişesini açmış, lambayı üflüyor!
Elektriği olmayan bir köyde doğan, fakir bir aile çocuğunun “icraat” fotoğrafı bu.
Bir dönem çok önem verdiği köylerin elektrifikasyonu projesinde bir köye daha elektrik veriliyor. Düzenlenen törende Demirel, gaz lambasını bir daha yanmamak üzere söndürüyor.
Cumhurbaşkanlığı dönemi bittikten sonra evinde ziyaret ettiğimde hatırlattım o fotoğrafı. Makineli tüfek gibi saydı, o dönemde kaç köy elektriksizdi, kaç köye elektrik götürüldü. “Benim en önem verdiğim işti, ben de öyle bir köyde doğdum, büyüdüm” diye anlatmıştı.
Cumhuriyet’i kuran kadrolara da bu nedenle müteşekkir olduğunu anlatmıştı.
Fakir bir köy çocuğunun, devlet olanaklarıyla okuyup mühendis olması, genel müdürlük, milletvekilliği, başbakanlık derken Cumhurbaşkanlığı’na kadar yükselmesi, ona göre “Cumhuriyet projesi”ydi.
Demirel ile siyasi görüşlerimiz farklıydı, onunla ilgili de çok eleştiriler yazmıştım.
Ama bir gün bile bu nedenle bir serzenişine ya da bugünkü muktedirlerin çok sevdikleri türden “akreditasyon iptaline” tanık olmadım.
Genç bir gazeteciyken, Adalet Partisi’nin seçim gezilerinde yanımıza gelir, yemek yiyip yemediğimizi sorardı. “Aç ve açıkta kalan bizden değildir” sözünü sever, sıkça tekrarlardı.
O yıllarda Demirel’i yeterince demokrat bulmazdım.
Türkiye’nin merkez sağcıları yeterince demokrat olabilselerdi, bugün yaşadığımız sorunların çoğunu yaşamazdık diye düşündüm hep.
Ama günümüzün iktidar sahiplerine bakınca, Demirel ile aralarında dağlar kadar fark olduğunu da görüyorum.
Bu yazdıklarım elbette çok kişisel şeyler. Demirel gibi tarihsel bir kişilik için belki daha derinlemesine bir değerlendirme yapmalıydım.
Ama içimden gelmediğini itiraf edeyim.
Tarih en doğru yargıçtır, onun ile ilgili hükmünü de zaman içinde verecektir.
Ölümüne gerçekten üzüldüm, Allah rahmet eylesin, Türkiye’nin başı sağ olsun.
Yeniler ‘Türk tipi parlamenter sistem’ ile tanıştı
AKP’nin yeni milletvekilleri Ankara’da toplandı.
Başbakan Ahmet Davutoğlu bir konuşma yaptı, koalisyon süreci ile ilgili görüşlerini anlattı.
Davutoğlu’nun konuşması bitince yemeğe geçilmiş ve yemekten sonra da Davut- oğlu toplantıdan ayrılmış.
Milletvekillerine AKP Genel Başkan Yardımcıları ve Grup Başkanvekili Meclis’in çalışma yöntemleri gibi teknik konularda bilgiler vermişler.
Hürriyet’te yayımlanan kulis haberine göre bazı milletvekilleri seçim sonuçları ve koalisyon ile ilgili görüşlerinin alınacağı beklentisi içindeymişler.
Ancak Grup Başkanvekili Elitaş, Davutoğlu’nun yaptığı konuşmada partinin koalisyona bakış açısının belirlendiğini, milletvekillerinin değerlendirme yaparken bu çerçeveyi esas alması gerektiğini söylemiş.
Böylece yeni milletvekilleri de “Türk tipi parlamenter sistem” ile tanışmış oluyorlar.
Onlardan beklenen şey görüşlerini açıklamaları değil, parti liderinin vereceği işarete göre parmak kaldırıp indirmeleri.
Çünkü bizim parlamenter sistemimiz böyle işliyor. Parlamento, liderlerin iki dudağının arasında çalışıyor, milletvekilleri basit bir parmak hesabının figüranına dönüşüyor.
Parti grubunun esamisi okunmuyor, parti politikaları, yukarıda bir yerlerde dar bir grup içinde belirlenip dikte ediliyor.
Yeni anayasa ile ilgili bir girişim olacaksa, parlamenter sistemin doğru ve düzgün işleyebilmesine olanak verecek düzenlemeleri de içermesi gerektiği bu küçük örnekle bir kez daha ortaya çıkıyor.
Beştepe Sarayı kimin sarayı?
BERKİN Elvan’ın Gezi Parkı eylemleri sırasında polisin gaz fişeği ile vurulmasının yıldönümünde Cumhurbaşkanlığı Sarayı önünde eylem yapmak isteyen bir grup liseli öğrenci polis tarafından gözaltına alındı.
Cumhurbaşkanlığı Sarayı önünde polis ile öğrenciler arasında trafikte bir süre tehlikeli bir kovalamaca da yaşandı.
Beştepe’deki Saray, bir demokratik cumhuriyetin cumhurbaşkanının sarayı mıdır, yoksa bir Ortadoğu diktatörünün sarayı mı?
Saray’ın güvenliğinden sorumlu olanlar önce bunu düşünmeliler.
Bakın mesela demokratik dünyanın saraylarından biri olan Beyaz Saray’ın önünde neredeyse her gün birkaç protesto oluyor. Hatta protestocular, sarayın bahçe parmaklıklarına pankartlarını bile asıyorlar.
Kimse onları kovalamıyor. Çünkü biliyorlar ki bir demokrasinin olmaz ise olmazlarından biri de budur. Vatandaşlar, şiddete yönelmemek şartıyla protesto gösterisi yaparlar ve bunu canları nerede isterse orada yaparlar.
Ama böyle bir gösteriyi mesela Mısır diktatörü Sisi’nin sarayının önünde yapamazsınız.
Çünkü o bir diktatörlük sarayıdır, diktatörler protestodan hoşlanmazlar. Onun için saraylarına insanların yaklaşmasını da istemezler. Hem protestodan, hem de kendi halklarından ödleri kopar!
Beştepe Sarayı, Sisi’nin diktatörlük sarayı değil.
Beştepe Sarayı, Anayasa’sında “demokratik hukuk devleti” yazan ülkenin Cumhurbaşkanlığı ikamet ve çalışma ofisi.
O zaman bu korku niye? Korkan kim? Saray’ın güvenliğinden sorumlu olanlar mı, Cumhurbaşkanı mı?
Korkan neden korkuyor? Kendi halkından mı korkuyor, kendi halkının bir konuyu barışçı şekilde protesto etmesinden mi?
Paylaş