Paylaş
“Uzun yargılamalar devam ettiği sürece bu uzun tutukluluk sorunu da bizimle birlikte yürüyecektir” diye ekledi.
Bakan’ın söylediklerinin yanlış olduğunu iddia edemeyiz. O da zaten şu anda bu tür suçlardan tutuklu olarak yargılananların sayısını bildiği için böyle söylüyor.
Ancak bu gerçeği bilmek de sorunu çözmüyor. Çünkü birincisi Bakan’ın “Onlar da çıkarlar” dediği sanıkların kaçının gerçekten suçlu olduğunu, kaçının masum olduğunu bilemiyoruz. Yargılanmaları devam ediyor. Mahkûm edilmedikleri sürece de masum olduklarını varsaymamız, modern ceza hukukunun bir gereğidir.
Sorunumuz (1) esas olarak yargılama sürecinin savunma hakkını kısıtlamayacak şekilde hızlandırılmasıdır. Sadece yargılamanın değil, temyiz süreçlerinin de gözden geçirilmesi gerekiyor.
Elbette bu da yetmez, (2) mahkeme sayısının arttırılıp, mahkemeler üzerindeki yükün de hafifletilmesi şart. Adli Tıp çalışmalarının hızlandırılması da gerekli!
İkinci grup işlerin yapılabilmesi bugünden yarına kolay değil. Para ve zaman gerektiren meseleler bunlar.
Ancak yargılama süreçlerinin kısaltılması yasal değişiklikler ile mümkün, 10 yıldır iktidarda olan bir partinin de bu işi bugüne kadar başarmış olması gerekiyordu.
Ama iktidarın adalet sistemimiz ile ilgili konsantrasyonu ve vizyonu “ele geçirmek” ile sınırlı olduğu için bu iş bugüne kadar yapılamadı.
Bakan’ın bu durumdan yakınmak yerine nasıl bir çözüm düşündüğünü açıklaması, hem daha inandırıcı olurdu hem de daha çok işe yarardı.
Bu davalar, yıllar geçse de bitmez
BİRİNCİ Ergenekon Davası sanıklarından Sevgi Erenerol’un avukatının dava dosyası ile ilgili açıklamaları dünkü gazetelerde yayımlandı.
108 sanıklı davada (25’i tutuklu) 4 bin 300 klasörde 1 milyondan fazla sayfa var!
Davanın duruşmaları 20 Ekim 2008 tarihinde başlamış. 204 duruşma yapılmış. Bu süre içinde 100’ü aşkın dava ve soruşturma dosyası mahkemeye gelmiş.
1000 saati aşkın telefon görüşmesi kaydı, 500 saati aşkın kongre, açık oturum, televizyon programı gibi konularda kayıt var.
İçinden çıkılmaz hale gelmiş bir dava, 204 duruşma yapılmış, ne zaman biteceği belli değil. Temyiz süreçlerini de işin içine katarsanız onlarca yıl sürebilecek bir dava süreci!
İddianame açıklandığında bu köşede, bu iddianameyle davanın uzun yıllar bitirilemeyeceğini, varsa suçluların cezasız kalacağını, varsa masumların gereksiz yere tutuklu kalacaklarını yazmıştım.
Çünkü iddianame özensizce yazılmıştı, dava ile ilgisi olmayan “kanıtlar” ile şişirilmişti, sanıklar arasındaki örgütsel bağlantıyı, emir-komuta zincirini ortaya koymaktan uzaktı vs.
İddianame baştan düzgün yazılmış olsaydı, yargılama düzenimiz makul bir hızla hareket etme yeteneğine sahip olsaydı 20 Ekim 2008’de başlamış bir dava sonuçlanmış olurdu. O zaman kimse de “uzayan tutukluluk sürelerinin cezalandırmaya dönüşmesinden” söz etmeyecekti.
Dün Hürriyet’in internet sitesinde şike davası iddianamesinden alınmış bir telefon görüşmesi kaydı yayımlandı.
Telefon görüşmesi Futbol Federasyonu Başkanı Mehmet Ali Aydınlar ile Fenerbahçe Yöneticisi Murat Özaydınlı arasında geçiyor.
İddianamede soruşturulan suç ile ilgisi olmayan bir konuşma bu. Kulüp yöneticisi ile Federasyon Başkanı takımların küme düşürülmesi, bunun zamanlamasının ne olması, dava sonucunun beklenmesinin gerekip gerekmediği üzerine karşılıklı konuşuyorlar.
Sanıklara yönelik bir suçlama görünmüyor, iddia edilen suçu kanıtlamaya yarayacak bir bilgi de içinde yok!
Üstelik her ikisi de davanın sanıkları arasında değil. Özaydınlı iki kez ifade vermiş, hakkında bir suçlamada bulunulmuyor. Ama konuşma gelip iddianameye girebilmiş!
İddianamelerin gereksiz ayrıntılarla şişirilmesinin taze bir örneği diye aktardım size.
İddianameler baştan düzgün yazılır, sağlam deliller ile desteklenirse yargılama da hızlanır. HSYK’nın bu konuda savcıları özen göstermeye yöneltmesi gerekiyor.
Sonuç almak için amirlerine bakın!
İZMİR ’de, üstelik de elleri kelepçeli bir kadının karakolda iki polis tarafından dövülmesi olayı sadece iki dayakçı polisin işlediği kişisel bir suç değildir.
Karakollara kameralar kondu, işkence ve kötü muameleye karşı bu kadar demeç verildi, sözde önlemler alındı ama varabildiğimiz nokta burası.
Bir türlü bu sorunu çözemiyoruz, çünkü bu düzeni düzgün yürütmek ile sorumlu olanlar, işlerini gerektiği gibi yapamıyorlar.
Vatandaşa karşı suç işleyen memuru korumak bir refleks olarak yerine getiriliyor.
İki polisin ve iki polisin bir kadını dövmesini seyreden, seyretmekle de kalmayıp kamera alanının dışına çıkarmaya çalışan ve sonra dayaktan hiç söz etmeyen bir raporu tutan polisler amirleri tarafından korundu.
Kamera görüntüleri ortaya çıkmamış olsaydı bu konu böylece örtbas edilip gidecekti.
Ne polis yöneticileri ne de savcılar görevlerini tam olarak yerine getirdiler.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başta olmak üzere İçişleri Bakanı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı bu işle bizzat ilgileneceklerini söylüyorlar.
Gerçek bir sonuç almak istiyorlarsa işe polislerin neden ve nasıl korunmak istenildiğini araştırarak başlamalılar.
Paylaş