Paylaş
Manisa’da “kızlı–erkekli” olarak evlerinde oturan 5 öğrenciye 88’er lira “gürültü” cezası kesilmiş örneğin. Gece polisler evi basmışlar, cezaları kesmişler.
Afyon’da, üniversite öğrencilerinin “kızlı–erkekli” oturdukları kafede de polis “kimlik kontrolü” yapmış, iddiaya göre adreslerini de sormuş.
Niye?
Tahmin etmek zor değil, kızlı–erkekli mi oturuyorlar diyedir!
Başbakan’ın anayasacısı Prof. Dr. Burhan Kuzu da demecini patlatmış tabii:
“Başbakan Erdoğan, yurtta kalan öğrenciler bazında bunu söylemişti. Konu abartıldı. Bunu uygulamak kolay değil, böyle bir niyet de yok. En azından aileler uyarılmış oldu.”
Türkiye’de kız–erkek karışık kalınan yurt hiç yok, bunu en iyi bilebileceklerden biri bir üniversite öğretim üyesi olan Kuzu ama söylüyor yine de.
“En azından aileler uyarılmış oldu” derken aslında kimin, neden uyarıldığını da
gayet iyi biliyordur.
Uyarılanlar, başkalarının hayatlarına burnunu sokmaya meraklı, kendi ahlak ve
yaşam anlayışlarını başkalarına dayatmaya eğilimli tiplerdir, çünkü aileler çocuklarının nerede yaşadıklarını herkesten iyi takip ederler.
Başbakan, yurtdışı gezisinde bir adım daha ileri gitti:
“Halkımızın özel yaşamı bizim teminatımız altındadır. Meşru yaşam vardır, gayri meşru yaşam vardır. Bu noktada da tabii bizim üzerimize düşen görevler var.”
Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti’ni “hukuk devleti” olarak tarif ediyor. Böyle bir ülkede, var olan yasalara aykırı bir hareketiniz yok ise yaptığınız hareketlerin tümü meşrudur, gayri meşru değildir.
Başbakan’ın “gayri meşru yaşam” dediği ise kendi ahlak ve yaşam anlayışına uymayan davranışların tümüdür.
Zaten söylüyor da:
Parkta bir bankta bir genç kız ile genç erkeğin yan yana oturmasını da gayri meşru buluyordu, Kadıköy vapurundan inen kadınların kıyafetlerini de!
Örtünmeyi “dinin gereği”
diye meşru buluyor, tersini ise
gayri meşru.
Başbakan, yürütme ve yasamayı doğrudan, yargıyı ise “seçilmiş adamları” vasıtasıyla kontrol ediyor. Bütün devlet sistemi, onun ağzının içine bakıyor, söylediği en abuk söz bile bir “buyruk” olarak algılanıyor.
Ve ondan sonra çıkıp “Kimsenin hayatına karıştık mı” diyor.
“Daha ne kadar karışacaksın” diye soruyoruz, yanıtımızı da ilerleyen günler içinde alıyoruz.
Her gün kendince bir adım daha ileri gidiyor.
Kendisini bütün ülkenin “babası” zannedip hayatlarımıza karışıyor, “amaca ulaşana kadar binilecek demokrasi tramvayının son durağına” tam gaz gidiyor!
Üniversite, ‘siyasi intikam’ alanı değildir
DOKUZ yıldır İstanbul Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışan Mehmet Perinçek’in kurum ile ilişkisi geçtiğimiz günlerde kesildi.
Nedeni de doktora tezini altı yıllık süre içinde savunmamış olması. Perinçek, üniversiteye 2007 yılında girdi. Ama daha doktora derslerine başlamadan Dışişleri Bakanlığı’nın talebiyle Ermeni sorunu üzerine çalışmalar yapmak için Rusya’ya gönderildi.
Rusya’ya görevli olarak giderken doktora kaydını dondurdu.
Ama şimdi bu kayıt dondurulması işlemi hiç yapılmamış gibi üniversite ile ilişkisi kesiliyor.
Perinçek, Ergenekon davasında iki yıl süreyle tutuklu yargılanmış, kısıtlı olan bilgisayar kullanma hakkını da savunmasını yazmak için değil, doktora tezini yazmak için kullanmıştı.
Ama tezini savunma olanağı bulamadı, Bölge İdare Mahkemesi’nin kararı bile uygulanmadı.
Perinçek’in Moskova’da sürdürdüğü çalışmaların sonuçları kitaplar ve makaleler olarak yayımlandı.
“Atatürk’ün Sovyetler’le Görüşmeleri / Sovyet Arşiv
Belgeleriyle”, “Boryan’ın Gözüyle Türk – Ermeni Çatışması”, “Rus Devlet Arşivlerinden
100 Belgede Ermeni Meselesi”, “Türk – Rus Diplomasisinden Gizli Sayfalar”, “Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt İsyanları”, “Rus Devlet Arşivlerinden
150 Belgede Ermeni Meselesi” bu kitaplarından bazıları.
Yerim geniş olsa, makalelerinin listesini de verebilirdim.
Şunu merak ediyorum:
Acaba Perinçek’in üniversite ile ilişkisini kesme kararı alanların nasıl bir akademik yayın listesi var?
Perinçek’in akademik tezlerine ya da siyasi fikirlerine katılmamız gerekmiyor.
Ama bu yapılan akademik bağımsızlığı zedeleyen, bilimsel bilgi üretmeyi belli fikirlerin tekeline veren bir uygulamadır ve en azından “ayıptır”!
Bu nasıl bir siyaset anlamak zor
MALİYE Bakanı Mehmet Şimşek, eylül ayında yaptığı açıklamada, bitkisel atık yağların geri dönüşümünü sağlamak için bir ÖTV düzenlemesi yapılacağını açıklamıştı.
Ben de bu köşede Bakan Mehmet Şimşek’in açıklamasının önemli olduğunu, bu kararı desteklediğimi yazmıştım.
Bitkisel atık yağları toplayıp, biyodizele dönüştüren kuruluşların hazırlattığı kamu spotu da televizyonlarda yayımlanıyor.
Bitkisel atık yağların çöpe ya da lavaboya dökülmesinin çok ciddi çevre sorunları yarattığını biliyoruz.
Belli sayıda kullanımdan sonra bitkisel yağların kızartma yağı olarak ya da yemeklerde kullanılmaya devam edilmesinin ise sigaradan bile daha tehlikeli kanserojen etkileri olduğu da bir başka gerçek.
Bitkisel atık yağların toplanıp geri dönüşüm yoluyla biyodizel üretiminde kullanılması, kamu sağlığı açısından çok önemli.
Bakan Şimşek’in sözünü ettiği düzenleme bakanlar kurulunda imzaya açılmış.
Bir tek bakan dışında
imzaların tamamlandığı
belirtiliyor. O bakan imzalamıyormuş, çünkü Maliye Bakanı ile arasındaki bir sorunun
çözülmesini istiyormuş.
Bakanın adı bende var ama
gereksiz bir polemiğe girmeyi değil, bu önemli konunun
çözülmesini istiyorum.
Sigara konusunda son derece sıkı önlemler geliştirilir, yeni yeni yasaklar gündeme getirilirken, çok önemli bir kanserojen maddenin ekonomiye kazandırılmasını önlemek, nasıl bir siyaset yapma biçimi, anlayamadığımı söyleyeyim.
Savaş Ay
Doğru dürüst yapıldığı vakit gazetecilik, dünyanın en güzel mesleklerinden biridir ve doğrusunu isterseniz biraz da insanın içinde olmalıdır.
Genç yaşta kaybettiğimiz Savaş Ay, bu mesleği sonsuz bir bağlılık ve sevgiyle ‘doğru dürüst’ yapan arkadaşlarımızdan birisiydi. Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın, arkadaşlarının, yakınlarının başı sağ olsun.
Paylaş