Paylaş
Geri adım atacağını söylemiş olsaydı, şaşırmamız gerekirdi, bu açıklama normal.
Normal, çünkü 17-25 Aralık telefon kayıtlarında “milletin anası” ile ilgili çirkin söz eden kişinin şirketinin, bu işten kazanmayı hayal ettiği para, bu iktidar için tabiattan da, bölge halkının ne istediğinden de önemli.
Bakan Eroğlu, madenin “kapalı galeri” sistemiyle çalışacağını ve bu nedenle ağaç kesilmeyeceğini de söyledi.
“Buna rağmen açık işletme yapılacak, ağaç kesilecek diye kara propaganda yapıldı.
Su kaynakları tükenecek de deniyor. Oysa su başka yerden getirilecek. İşletmeci firmanın kapalı galeri sistemiyle zararsız çalışıldığını vatandaşa anlatması gerekiyor” dedi.
Onlar anlatmazlar, ben anlatayım. Evet, maden kapalı galeri olarak çalışacak ve Murgul’da işlenecek. Ama ihmal edilen şu ki maden galerilerinin açılacağı bölge ve madenin Artvin-Borçka yolundaki Zelosman Yükleme İstasyonu’na taşınması için kurulacak havai hat için 3 bin 500 ağaç kesilecek.
Madenin havai hattan taşınmasının yaratacağı çevre kirliliğinin doğa örtüsünde neden olacağı tahribat bu hesabın dışında!
Uzaktan getirileceği iddia edilen su için inşa edilecek hat nedeniyle ne kadar ağaç kesilecek, bu da sır.
Çalışma alanında heyelan tehlikesinin önlenmesi için yüzey toprağının da üç ile beş metrelik bölümünün yüzeyden sıyrılması gerekiyor.
Oradaki doğal örtü ne olacak? Bitkiler nasıl yaşayacak, bu soruların yanıtı yok.
Açıklamalara bakılırsa sıyrılan bu tonlarca toprak bir yerde depolanacak ve madenin doğal ömrünü tüketmesinin ardından tekrar bölgeye serilecek ve üzerine de ağaçlar dikilecek.
Bir tür Nasrettin Hoca hikâyesi gibi yani, koyunlar dikenlere takılacak, yünlerinden ip yapacağız!
Aslında bu konuyu çok uzun boylu tartışmaya da gerek yok.
Su ve Orman Bakanı, internete girip, dünyanın değişik yerlerindeki bakır madeni ocaklarının bulunduğu yerlerin fotoğraflarına baksın, yeterli.
Hangisinde ağaç var, hangisinde doğal çevre korunmuş?
Bu önlemler sorunu çözmez
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, turizmdeki daralmaya karşı alınan önlemleri açıkladı.
Bu önlemler, turist sayısının azalmasının neden olabileceği zararların bir bölümünü belki karşılamaya yetebilir ama sorunu çözmek için yetersiz.
Kitle turizmindeki en önemli sorun Rusya’nın charter uçuşlarına artık izin vermiyor olması.
Bu ülkeden gelen turist sayısı, Rusya’daki ekonomik kriz nedeniyle zaten düşüyordu ama yine de önemli bir pazardı.
Başbakan, Rusların “bir yolunu bulup yine de geleceklerini” söylüyor ama o yol nasıl bulunacak meçhul.
Uçak olmadan nasıl gelecekler, tünel kazarak mı?
Başbakan, belli ki gerçeklerden bir kez daha kopmuş ya da kendisine sağlıklı bilgi verilmiyor.
Artık herkes biliyor ki Avrupa’dan gelen rezervasyonlarda çok büyük düşüş var.
Ve bu düşüş, fiyatları indirerek çözülemeyecek kadar da büyük görünüyor.
Çünkü Avrupalılar, bir yandan Suriye savaşı ve göçmen sorunu, diğer yandan patlayan bombalar nedeniyle Türkiye’ye gelmeye korkuyorlar.
Bu korkuyu yenecek, Türkiye’nin önemli bölümünde hayatın normal ve sakin olduğunu, tatil yapmaya engel bir durum olmadığını anlatacak kapsamlı bir tanıtım ve halkla ilişkiler kampanyasından ise söz eden bile yok.
Türkiye kuşkusuz ki turizmde bir sezon kaybedecek olursa batmayacak kadar büyük bir ekonomiye sahip.
Ama bunun gelecek yıllara sirayet etmesinin maliyeti, sektör için karşılanamayacak kadar büyük olabilir.
Sadece bu sezonu değil, gelecek sezonları da düşünerek kapsamlı bir tanıtım kampanyasının bir an önce başlaması zorunlu görünüyor.
Küçük olsun Bahçeli’nin olsun!
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, kongre isteyen muhaliflerine karşı “taktiği” artık ortaya çıktı.
Tabii buna ne kadar “taktik” diyebiliriz, orası ayrı mesele.
Çünkü izlediği yol, esasen bu işlerde en çok çiğnenmiş yol!
Dün itibariyle muhaliflerin yanında yer alarak olağanüstü kongre için imza veren teşkilatlardan 16’sı kapatılmış bulunuyor. Belki bu sayı ben yazımı yazarken artmış bile olabilir.
Parti yönetimi, partinin tüzüğünde kendisine bu olanağı veren maddeleri kullanıyor, partide temizlik yapıyor.
“Demokratik hayatımızın vazgeçilmez unsuru siyasi partilerimizin” durumu bu: Demokrasi için vazgeçilmezler ama kendi içlerinde demokrasiye tahammülleri yok!
MHP ilk örnek değil, Siyasi Partiler Kanunu, demokratikleştirilmediği sürece son örnek de olmayacak.
Benzeri bir “kalkışma” CHP’de olsa, onlar da aynı yolu izlerdi, buna kuşku yok.
Deniz Baykal’ın başına kaset çorabı örülmemiş olsaydı, o partide de hâlâ Baykal genel başkan olurdu, buna da kuşku yok.
AKP deseniz, genel merkezin sevmediği bir il ya da ilçe örgütü çok ender de olsa seçildiği zaman ilk iş orayı yeniden kongreye götürmek oluyor.
Yıllardır değişmeyen siyasi tablonun nedeni de esasen bu.
Seçim kaybetmeye doyamayan liderler, koltuklarına sımsıkı yapışıyorlar ve sonraki seçim yenilgisini bekliyorlar.
12 Eylül mirası, Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu’nun o yıllardan beri gündeme hiç gelmemiş olmasının nedeni de parti liderlerinin hallerinden memnun olmaları.
Bir Anadolu esnaf geleneği bu da aslında: Küçük olsun, benim olsun!
Paylaş