Paylaş
Bir gün okumayı sökersem göğsüme takılsın diye cebime konulmuş kırmızı kurdele lime lime olmuştu ve ben kurdele değil bir tutam kırmızı ip takmak durumunda kalmıştım.
Okumayı öğrenmemde hiçbir katkısı olmayan ilkokul öğretmenim (rahmetli anneannem zorla öğretmişti) hayatım boyunca tutacağım öğüdünü o ipleri göğsüme takarken vermişti: “Çok geri kaldın, eline geçen her şeyi oku, bir tek başkalarının mektuplarını okuma, bak o çok ayıptır!”
O günden sonra elime geçen her yazılı kâğıt parçasını okudum, hafızam bu yüzden çöplüğe dönüşme tehlikesini taşıyor, bir tek başkalarının mektuplarını okumadım.
Bu nedenle tanınmış insanların (yazar, siyasetçi, oyuncu) başkalarına yazdıkları mektuplardan oluşturulan kitapları da uzun süre okuyamadım.
Başkalarının hayatlarının özel alanlarına onların izni olmadan giriyormuşum gibi hissettim.
Bu huyumu yeni yeni terk ediyorum ve elimde bugün sizlere söz etmek istediğim şahane bir “mektup derlemesi” var: ‘Yalnız Seni Arıyorum–Nahit Hanım’a Mektuplar’ Orhan Veli. (Yapı Kredi Yayınları)
Mektupları Orhan Veli, hayatının aşkı Nahit Hanım’a yazmış.
Her satırında derin bir aşkı, zaman zaman düşülen umutsuzluğu bulabilirsiniz.
Aşk ilişkisinin eşitsiz bir ilişki olduğunu düşünürüz.
Bir taraf, diğer tarafın kendisini sevdiğinden kolayca emin olamaz, daha az sevildiğini düşünür.
Bir tür “güvensizlik” diyelim. Ama bu karşılıklı bir duygudur aslında.
Her iki kişi de yeterince sevilmediğini düşünür. Bir bırakılma korkusu yaşar, maddi temelleri olmasa da kendisini buna kaptırabilir. İlişkiler zaten böyle zehirlenmeye başlar.
Mektuplardan anlıyorum ki Orhan Veli de büyük şairliğinin yanı sıra hepimiz gibi bir insanmış.
Şöyle yazıyor: “Bu mektubumu aldığın vakit her halde cevap ver Nahit. Birkaç şey olsun söyle. İstersen bana darıl. Senden cevap almadıkça yazamayacağım. Çünkü içimdekilerden başka hayatım yok.”
O günlerde mektuplar kaç günde gidip geliyordu, kim bilir.
Bir mektubunda Nahit Hanım, geciken mektuplardan şikâyet etmiş olmalı ki şöyle yazmış:
“Demek ki benden mektup beklediği bu yedi gün Nahit’e çok uzun görünmüş diyeyim. Ve tabii memnun olayım.”
O mektupların yazıldığı tarihten 20–25 sene sonra da, ben yatılı okuldayken bir mektubumun eve gitmesi ya da babamın-annemin yazdığı bir mektubun bana ulaşması bir haftayı buluyor, zaman zaman da geçiyordu.
Bütün o yanıtı bekleme süresi içinde âşık Orhan Veli’nin neler çektiğini hissedebiliyorum.
“Son zamanlarda mektuplarıma bu kadar çabuk cevap vermene sahiden çok seviniyorum” diye yazmış bir keresinde.
Bugün cep telefonundan atılan bir mesaja yanıt beş dakika gecikiyor diye sevgilisinin kendisini terk ettiği hezeyanına kapılanlar olduğunu da gayet iyi biliyorum.
Bu aşk durumunun olmaz ise olmaz bir sonucu.
Genç Werther’i yiyip bitiren duygu, belli ki Orhan Veli’yi de kendisine esir etmiş.
Çünkü âşıklar için her duygu, “sevilen kişi” ile ilgilidir.
O olmadan, yaşanan hayatın anlamı yoktur, her şey değerini yitirir, anlamsızlaşır.
En küçük bir olumsuzluk bile sevgilinin yitirilmekte olduğunu düşündürür, bitmek bilmez acılara, hezeyanlara neden olur.
Birisini gerçekten seviyorsanız, onsuz bir hayat olamayacağını düşünürsünüz.
Bu duygu aynı zamanda sevdiğin kişiye sonu gelmeyecek bir çaba içinde canlılık katmak, onu kafanda yeniden yaratmak sonucunu da yaratır ve ama aslında yarattığın şey de esasen kendi içindeki yaşama sevincidir.
Şöyle yazıyor Orhan Veli:
“Hayatımda böyle bir aşk bulunmasaydı, hayatım ne kadar boş bir hayat olacaktı. O boşluktan yalnız kendi içimdeki sevmek kabiliyetiyle kurtulamazdım. Çünkü hiç kimseyi seni sevdiğim kadar sevemezdim. Hiç kimseyi ne senin kadar güzel, ne senin kadar iyi, ne senin kadar mükemmel, ne de senin kadar kendim için buldum.”
Ve büyük şairin bunca âşık iken sırf parasızlık nedeniyle sevdiğinden uzak kalışına da tanıklık ediyorsunuz.
“Bir pardösü, bir ayakkabı, bir de yol parası tedarik edebilirsem ilk fırsatta gelmek isterim. Gerçi bunları tedarik etmek pek o kadar kolay değil. Fakat bazı ümitlerim var. Belki yakın zamanda annemden bir miktar para alabileceğim.”
Bu şiiri de sanırım o günlerde yazmış:
“İçkiye benzer bir şey var bu havalarda; / Kötü ediyor insanı, kötü. / Hele bir de gariplik oldu mu serde, / Sevdiğin başka yerde, / Sen başka yerde...”
Pul parası bile bulamadığı için göndermekte geciktiği mektuplar var:
“Mektubumu ayın 27’sinde yazdım. Fakat parasızlık yüzünden ancak bugün atabiliyorum.”
Daha önce bunun üzerine çok yazmıştım: Aşk, tek taraflı bir duygu da olabilir, hiç karşılık almasan da sevmeye devam edebilirsin, “Sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi gerekmez” diye mırıldanıp, teselli bularak.
Orhan Veli de benim gibi düşünüyormuş belli ki, şöyle yazıyor:
“Sensiz yaşamaya artık tahammülüm kalmadı. Senden başka hiçbir şey gözüme görünmüyor. Yalnız, yalnız seni istiyorum. İhtimal yarın, öbür gün mektubunu alacağım. İhtimal o mektup sitemlerle, kötü sözlerle dolu olacak. Ama ne olursa olsun, ben sana yine kötü bir cevap yazmayacağım. Her sitemini hoş görmeye çalışacağım. Bana inanma, beni sevme, beni anlama, hepsine razıyım; yeter ki ben seni seveyim. İşte seviyorum da.”
Kitapta Nahit Hanım’ın bazı fotoğrafları da var. Geçen gün Instagram’a bu fotoğraflardan iki tanesini koymaktan kendimi alamadım. Ama birlikte çekilmiş hiçbir fotoğrafları yok.
Bunun nedeni parasızlık mıydı, yoksa o fotoğraflar kaybolup gitti mi, bilemiyorum. Ama keşke bir karede ikisini birlikte görebilseydim diye hayıflanmaktan da kendimi alamadım.
Orhan Veli’nin kendini anlattığı şiirinde Nahit Hanım için de bir bölüm var, onunla veda edeyim bugün sizlere:
“Bir de sevgilim vardır, pek muteber; / İsmini söyleyemem / Edebiyat tarihçisi bulsun.”
Paylaş