HAZIR toplumsal hassasiyetimiz bakıma muhtaç çocuklar için neler yapabileceğimize yönelmişken ‘yok saydığımız’ bazı çocuklara dikkatinizi çekmek istiyorum.
Adına ‘serebral palsi’ denilen bir hastalık var. Doğum öncesinde, doğum sırasında ya da sonrasında olumsuz dış etkiler sonucunda çocuğun beyninin bazı bölgelerinin hasar görmesinden kaynaklanan bir hastalık bu. Kalıcı fiziksel ve zihinsel sorunlar yaratıyor.
‘Serebral palsi’li çocuklarla fazla karşılaşmış olma olasılığınız yok. Çünkü aileler, çoğu kez utançla da karışık bir duyguyla onları evlerinde bir odada saklama ve toplumsal yaşamın dışında tutma eğiliminde olabiliyorlar.
Çocukları serebral palsili bir grup aile, üç yıl önce bir araya gelerek bir dernek kurdular.
Amaç, serebral palsili çocukların da, sağlıklı akranları gibi evlere hapsedilmeden, iyi bir eğitim de görerek yetişebilmelerini sağlamak.
Yönetim kurulunda Altan Erkekli gibi sanatçıların, Can Dündar gibi gazetecilerin de gönüllü görev aldığı bu dernek, bu konuda bir hayli yol aldı. Batı’daki benzerleri gibi bir ilköğretim okulu ve bir Serebral Palsi Tanı, Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi kurulmak isteniyor.
Okulun binası bitmiş durumda, içindeki araç gereç de dernek tarafından bugünlerde yerine konulup, okul açılacak.
Cem Yılmaz, 18 Kasım 2005 günü Maslak Türker İnanoğlu Gösteri Merkezi’nde çok özel bir gösteri yapacak. Elde edilen gelir de hastanenin yapımı için kullanılacak. Gösterinin biletlerini Biletix’ten temin edebilirsiniz.
Akmerkez’de iki genç kız gördüm
BAYRAMIN ikinci günü akşam saatlerinde Akmerkez’de sinemaya gittim.
Sinemaların yeniden dekore edilen lobisine birkaç koltuk koymuşlar, bekleyenler oturabilsin diye.
Orada beklerken hemen karşımdaki koltuklarda oturan iki zarif genç kız dikkatimi çekti.
Tatil günlerinde Akmerkez’de gezinen yaşıtlarından hiç farkları yoktu. Üzerlerinde Diesel marka kot pantolonlar, ayaklarında Timberland botlar vardı. Parkalarını çıkarmış, kucaklarına almışlardı, sadece birisinin markasını tanıyabildim: Burberry. Ötekisi daha önce hiç görmediğim bir markaydı. Kazakları da belli ki ‘bir şey’di ama marka kültürüm ancak bu kadarını tanıyabilmeme yetti.
O iki genç kızın dikkatimi çekmiş olmalarının nedeni üzerlerindeki bu giysiler değildi.
Ellerindeki son moda cep telefonlarından sürekli mesaj alıp yollamaları da.
Etraftaki kalabalığı umursamaz bir şekilde, içtikleri sigaranın dumanını sağa sola savuruyor olmaları da dikkatimi çekmemişti. Çünkü elleri bakımlı ve ojeliydi, tersi olsa dikkatimi çekerdi aslında.
Kızımdan iki-üç, hadi bilemediniz dört-beş yaş büyüktüler.
O iki genç kızın davranışlarını izleyerek orada oturup kalmamın nedeni kullandıkları bir aksesuvardı. Akmerkez’de dolaşan akranlarından onları ayıran bir tek parça: İkisi de türban takmıştı.
Şimdi söyleyeceklerim, hem laik ve hem de anti-laik cephede birçok kişinin hoşuna gitmeyecek, bunu biliyorum.
Ama o iki genç kızın sırf başlarına taktıkları o örtü nedeniyle ‘laik cumhuriyete ve demokrasiye’ düşman olabileceklerine de inanmıyorum.
Şuna inanıyorum ki bugünkü yaşam biçimimize yönelik açık bir tehdit oluştuğu vakit, buna karşı çıkacaklar arasında eminim o iki genç kız ve onlar gibi olanlar da bulunacak.
İranlı ya da Suudi yaşıtlarıyla aralarındaki farkı yaratan şeyin bugünkü laik anayasal düzenimiz olduğunun onlar bizden daha çok farkındalar aslında.
Ve inanıyorum ki her iki cephe de o genç kızların giysileri üzerinden siyaset yapmayı bırakırsa, Türkiye’nin ‘türban’ diye bir sorunu da kalmayacak.
Büyükelçi mi, sömürge valisi mi?
EMİNİM ki birçok kişi KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a, Şeker Bayramı’ndaki ‘kutlama protokolü değişikliği’ nedeniyle çok kızıyor.
Özellikle de ‘Denktaşgiller’.
İş konuşmaya geldiği zaman KKTC’nin bir bağımsız devlet olduğunu söylüyoruz ama bunun gereklerini hiçbir zaman yerine getirmiyoruz.
Madem böyle bir iddiamız var, bunu dünyadaki herkese göstermemiz gerekmez mi?
Mesela Talat, KKTC Cumhurbaşkanı sıfatıyla Ankara’ya geldiğinde, öteki bağımsız ülkelerin cumhurbaşkanlarına uygulanan protokolle ağırlanmıyor.
Havaalanında resmi karşılama yapılmıyor, İstiklal Marşları söylenmiyor, tören kıtası teftiş edilmiyor vs.
Şimdi düşünelim:
Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçisi, bağımsız bir devlet nezdindeki en yüksek temsilcimiz midir yoksa bir tür ‘sömürge genel valisi’ mi?
Kıbrıs’taki askeri birliğimiz, orada bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin güvenliğini sağlamak amacıyla mı bulunuyor, yoksa bir işgal kuvveti mi?
Dünyada herhangi bir kimse bunu bize sorsa yanıtlarımız da çok açık. Türkiye Cumhuriyeti’nin her düzeyden yetkilisi yıllardır bunu tekrarlıyor çünkü: Büyükelçimiz orada genel vali değil elçi, askerlerimiz de orada işgal amaçlı değil, güvenlik amaçlı olarak bulunuyor!
Eğer Türkiye’nin resmi devlet tezi KKTC’nin gerçekten bağımsız bir devlet olduğu ise, Talat’ı eleştirmek yerine kutlamalıyız.
Bizim daha önce düşünmeyi akıl edemediğimiz bir yanlışı düzeltmeye cesaret ettiği için.