FENERBAHÇE, uzun yıllardır aradığı ‘Avrupa Başarısı’na çarşamba gecesi bir maç için de olsa ulaştı?
Bizler tribünde, milyonlarca kişi televizyonları başında gerçekten zevkli bir maç izledik.
Aksayan bir oyuncu yoktu?
Ancak bu tabloya rağmen Fenerbahçe’nin ilk yarım saatte sahada gezindiği gerçeğini de unutmamak gerek.
Fenerbahçe’nin çok eleştirilen defans hattının son lig maçında ve PSV maçında ortaya koyduğu performansa dikkat çekmek istiyorum.
Bu yüksek performansın tek bir nedeni vardı: Aurelio, Appiah ve Selçuk’tan oluşan orta sahanın, rakibi erken faullerin de yardımıyla oynatmaması?
Buna bir de koşmaya başlayan Alex eklenince 3-0’lık sonuç ortaya çıktı. Fenerbahçe, kendi oyun geleneğinden uzaklaştığı için başarılı oluyor.
Takım, o anda maçın sonucu ne olursa olsun aynı disiplinle oynuyor, konsantrasyon bozulmuyor.
Ve bu makinenin içindeki yıldızlar da Fenerbahçe geleneğine uygun olarak öyle bireysel güzellikler sergiliyorlar ki oyunu seyretmenin tadına doyulmuyor.
Türkiye liginde hiçbir takımın yapamadığını Fenerbahçe kolayca yapabiliyor: Üst üste yapılan isabetli pasların sayısı, neredeyse Barcelona düzeyinde. Böylece top Fenerbahçe’de kalıyor, rakip ataktan önce savunmayı düşünüyor.
Bu arada ‘Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak’ sözü de hayata geçiyor.
Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Beşiktaşlı Sedat Ergin de artık her maçta Saracoğlu’nda.
Gollerde ayağa fırlıyor, ‘high five’ yapıyor!
Karar verdik, ‘vaftiz törenini’ gelecek lig maçında yapacağız ve o da artık Fenerbahçeli olacak.
Yaşı büyük olduğu için belki önce denize de atarız!
İstanbul’un bir yöneticisi var mı?
SORUYU böyle sorunca yanıt vermek çok kolay. Elbette var. İsimlerinin önünde büyük unvanlar taşıyan birçok yöneticimiz var.
Bir de şöyle soralım: İstanbul’da halkını önemseyen ve ona saygı duyan bir yönetici var mı?
Okullar açıldığından beri yaşadıklarımıza bakarsak hayır, böyle bir yöneticimiz ne yazık ki yok.
Aslında her sene böyle oluyor.
Yaz gelip okullar da tatil olunca İstanbul boşalıyor, yollarda dolaşan otomobillerin sayısı azalıyor, mesafeler kısalıyor.
Sonbaharla birlikte okullar açılıyor, yağmurlar başlıyor ve bir anda İstanbul’un dört bir yanındaki yollar birer birer kazılıyor.
Trafik arapsaçına dönüyor, normalde 15 dakikalık mesafelere artık bir saatte zor ulaşabiliyorsunuz.
Neden böyle olduğunu sorduğunuzda yanıt hazır: Üç-beş yıl içinde trafik sorunu tamamen çözülecek, bu inşaatları yapmak zorundayız!
Neden bu inşaatlar şehrin boşaldığı yaz aylarında yapılmıyor, diye sorduğunuzda onun da bir yanıtı var: İhale süreçleri uzun, bürokrasi, kaynakların kısıtlı olması vs?
Bütün bu engelleri önceden tahmin edip daha erken harekete geçmek ve inşaatları yaz aylarında yapıp bitirmek o kadar da zor olmamalı.
Ama bunun için ‘ben yaptım olducu’ yönetici tipinin değişmesi şart.
O koltuklarda oturup, o maaşları almanın tek amacının halkın yaşamını kolaylaştırmak olduğunu düşünecek yönetici tipine geçmek gerekiyor?
Kamu yönetiminde bir zihniyet devrimi demek bu?
Halkın vergilerle maaşları ödeyen bir patron, kamu görevlilerinin ise ‘halkın hizmetçisi’ olduğunun içlere iyice sindirilmesi lazım?
Din ve bilim çatışınca
SAĞLIK Bakanlığı bir genelge yayınlayarak ‘embriyonik kök hücre’ araştırmalarını yasakladı.
Yasağın gerekçesi, bu konudaki yasal boşluklar ve etik tartışmalar.
Kök hücre çalışmaları, basitçe tanımlayacak olursak ‘insanlar için yedek parça üretmek’ amacına yönelik olarak yapılıyor.
Bir embriyondan elde edilen kök hücrelerden yararlanılarak elde edilen yeni organlarla insanların vücutlarındaki hasta organların tümüyle değiştirilmesi mümkün olabilecek. Henüz ‘teori’ bu belki ama her geçen gün bu konuda sağlanan gelişmeler, kök hücre çalışmalarının bir bilimkurgu romanı olmadığını da ortaya koyuyor.
Etik tartışması ise dünyanın her yerinde devam ediyor.
Özellikle din adamları (Müslüman, Hıristiyan, Yahudi fark etmiyor), embriyon üzerinde yapılan kök hücre çalışmalarına karşı çıkıyorlar.
Sağlık Bakanlığı’nın bu yasaklamasının ‘dini nedenlerden’ kaynaklanmadığını temenni ediyorum.
Yapılması gereken, yasal boşlukları bir an önce doldurmak ve Türkiye’nin bilim adamlarının önünü açmak olmalıydı, yasaklamak değil.