Paylaş
Yani yine kapsamlı bir yol haritasını içermiyor, alınacak önlemleri Bakanlar Kurulu’nun yetkisine bırakıyor.
Böylece hükümetin, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde atacağını beklediğimiz adım atılmış oluyor ki bu adımın “büyük bir adım” olduğunu söyleyebilmemize de olanak yok.
Çözüm sürecinde görev alanların hukuki, idari ve cezai sorumluluklarının olmamasını sağlayacak yasa, aslına bakarsanız hükümete genel direktifler veren bir metinden ibaret.
O direktiflerin birçoğunun yerine getirilebilmesi için ayrı kanunlar çıkarılması da gerekecek ki, bu da hükümetin uzun süre “barış kartını” elinde tutmayı amaçladığını gösteriyor.
Mesela kanun ile hükümete verilen şu direktifin yerine getirilebilmesi, özel kanunlar çıkarılmadan yapılması mümkün mü: “Silah bırakan örgüt mensuplarının eve dönüşleri ile sosyal yaşama katılım ve uyumlarının temini için gerekli tedbirleri alır.”
Normal olarak böyle bir sorunun çözümü için yapılacak olan her şeyi içeren tek bir kanun çıkarılabilmesi elbette mümkün değil.
Gerçekçi olmak gerekirse bu süreçte tarafların birbirleri ile konuşacakları her şeyin de kanunlara bağlanması mümkün değildir.
Önemli olan bu aşamada da, bundan sonra da bir tek konu var: Hükümet, Türkiye’nin gerçekten demokratikleşmesine hazır mı, bunu istiyor mu?
Kürt sorunu çözülecekse, bu en önce bütün ülkenin demokratikleşmesi ile mümkün olacak.
Hükümetin bu konuda istekli olmadığını, aykırı görüşlere tahammül edemediğinin örneklerini her fırsatta sergilediğini, güçler ayrılığı ilkesine sadık olmadığını biliyoruz.
Bu bilgilerimiz ile TBMM’ye sunulan “çerçeve” yasa tasarısı bir araya gelince şunu düşünmeden edemiyorum:
Hükümet, sorunu bir an önce çözmekten daha çok seçim geçene kadar herkesin önüne bir havuç uzatmaya çalışıyor.
Fazla oy pusulası neden basılıyor?
YÜKSEK Seçim Kurulu, Cumhurbaşkanlığı seçiminde oy kullanacak seçmen sayısının, yurtiçinde 53 milyon 354 bin 423, yurtdışında ise 2 milyon 806 bin 114 olduğunu açıkladı.
Kurul Başkanı’nın açıklamasına göre, seçimin ilk turu için bastırılacak oy pusulası sayısı 73 milyon 849 bin 80 adet.
Yani seçimin ilk turu için basılacak oy pusulalarının sayısı, seçmen sayısından 17 milyon 688 bin 543 adet fazla!
Neden? Mantıklı bir nedeni var mı bu kadar fazla oy pusulası basmanın?
Seçmenlerin kaç sandıkta oy kullanacağı, her sandıkta kaç seçmenin kayıtlı olduğu bir sır değil, biliniyor.
Seçmen listeleri 2 Temmuz’da askıya çıkacak, 9 Temmuz’da indirilecek, 10 Temmuz günü, kimin hangi sandıkta oy kullanacağı belli olacak.
Hangi oy pusulasının hangi sandığa ait olduğunu belirleyecek bilgilerin oy pusulalarının üzerine basılmasında da teknik bir engel yok.
Her sandığa ait oy pusulasının, o sandığa gönderilmesinde de bir lojistik engel çıkması mümkün değil.
Bilgisayar çağında yaşıyoruz, bütün bunları ayarlamak çocuk oyuncağı.
Ama YSK 17 milyon fazla pusula basıyor!
Her partinin bir gözlemci gönderdiği genel ve yerel seçimlerde bile sahte oy iddialarının ortaya atıldığı bir ülkede, iki–üç adaylı bir seçim için bu kadar fazla pusula basmak, sahteciliğe davetiye değilse, nedir?
En hayati meselemiz Kürt sorununu çözmektir
NEW York Times yeni bir Ortadoğu haritası yayınladı. Harita, Irak ve Suriye’nin bugünkü durumunun geçici olmadığı varsayımıyla çizilmiş ve bölgede 5 ayrı devlet içinden 14 yeni devlet çıkabileceğini öngörüyor.
Elbette bir öngörü ve senaryo ama hayalci ve ayakları havada olduğunu da söyleyemeyiz.
Bugünkü Suriye’nin yeniden bir araya gelerek, tek bir devlet olabilmesi artık mümkün değil. 160 binden fazla insanın öldüğü, 9 milyon kişinin bölgesini terk etmek zorunda kaldığı bir ülke, yeniden bir araya nasıl gelebilir ki zaten?
Esad, bizim yöneticilerimiz de dahil olmak üzere Amerika ve Avrupa’yı yanılttı, “üç ayda” yıkılıp gitmediği gibi, kendi kontrol ettiği bölgede de ayakta durmaya devam ediyor.
Suriye krizinin ilk yılının sonunda sözü edilen ve bugünkü Suriye’nin kıyı bölgesine hâkim olacak Esad yönetiminde bir devletin oluşması kaçınılmaz gibi görünüyor.
Bu, Türkiye’nin güney komşusunun da değişmesi anlamına gelecek, Rojava’daki Kürt bölgesinden de yeni bir devlet çıkacak tahmini yapılıyor.
Irak’ın kuzeyinde bir “özerk” bölge var. Başta ABD ve Türkiye, bu özerk bölgenin bir bağımsız devlete dönüşmesini istemiyor ama bölgede çiviler yerinden çıkarken, dışarıdan gazel okumak da çok sonuç verecek bir şey değil.
Kürtler, bir bağımsız devlet kurmaya tarihte hiç olmadığı kadar yakın durumdalar.
Irak’ın diğer iki parçası ise IŞİD ve Şiiler arasında paylaşılacak, öyle anlaşılıyor.
Böyle bir tabloda, Türkiye’nin “kendi Kürtleri” ile barış içinde bir arada nasıl yaşayabileceğini ve olası bir bölünmeyi nasıl engelleyebileceğini düşünmesi artık her zamankinden daha da önemli.
Bu konu, seçimlerde propaganda malzemesi elde etmekten çok çok daha önemli ve ona alet edilmeyecek kadar da hassas bir konu.
Bakalım, bu zor problemi yönetmeyi başaracak mıyız?
Bunu başaramazsak Türkiye’yi de çok karanlık günlerin bekleyeceğini söylemek artık bir falcılık sayılmaz.
Paylaş