Paylaş
Dünkü gazetelerde yazdığına göre, Ankara’daki toplantı maratonlarının sonunda şöyle bir karar çıkmış:
“Türkiye tepkisini aşamalı olarak ve ‘sakin ancak etkili güç’ anlayışına uygun olarak ortaya koyacak.”
Bunu herkesin anlayabileceği lisana tercüme edelim. Önce “sakin güç politikası” ne demek ona bakalım.
Sert nutuklar atılacak, milli duygular okşanacak, “kanları yerde kalmayacak, diktatör bunun hesabını bizzat verecek” gibi sözler işiteceğiz. “Suriye özür dilemeli, tazminat ödemeli” cümlelerini de daha alçak bir tondan duyacağız. “Milli duygular” bir kuru özür ve üç kuruş para için rencide olmasın diye!
Dışişleri Bakanı uluslararası kuruluşları harekete geçirmekten söz edecek, “haklılığımızı dünyaya anlatacak”. Rusya, İran, Çin’i ikna etmeye çalışacak ama başarılı olamayacak.
Buraya kadar anlattıklarım politikanın “sakin güç” bölümü.
“Etkili güç” bölümü ise şöyle uygulanacak: Başbakan salı günü TBMM kürsüsünden hepimize sallayacak. Suriye’nin saldırısı için bir bahane ile muhalefeti suçlayacak. Kürtaj gibi bir yeni konu icat edip, dikkatleri dağıtmak isteyecek. Ülkede kafasını kaldırmaya çalışanların başına yeni alınan coplar inecek, gelecek hafta da biber gazı tüketiminde bir azalma beklenmiyor.
Dikkati dağıtmak için yeni “operasyonlar” da yapılacaktır, hazırlıklı olun. Küçük bir çantaya, iki kat çamaşır, iki temiz gömlek, bir eşofman, diş fırçası, diş macunu, sabun ve tansiyon – kalp ilaçlarınızı koymayı unutmayın. Bu operasyonlarda gözaltına alınanlar, yargıç karşısına çıkmak için en az bir yıl bekleyecekler.
Başbakan sezaryen doğumu sevmiyor diye, normal doğuma zorlanacak kadınlardan kaçının doğum sırasında öleceğini, kaç bebeğin zorlama doğum nedeniyle sakat kalacağını şimdilik bilemiyoruz tabii.
“Etkili güç politikası” böyle uygulanacak.
Çünkü “gücü gücü yetene” dönemindeyiz ve bizim yöneticilerin gücü ancak bu ülkede “etkili” olabiliyor. Muhalefeti susturmak, gazetecileri hapse tıkmak, kadınları polise sürükletmek, öğrencileri üç kişi bir araya gelemez hale getirmek için!
Atılan ufak olsa belki civcivler yerdi
ÇEVRE ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, bu yılın “Desteksiz Atış Oscar’ı” ödülünün önemli adaylarından biri olacak. Bu konuda eski Refahlı milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan’ın “Mirkelam’ı 28 Şubatçılar yarattı” açıklamasıyla yarışacağını tahmin ediyorum. Bakalım yıl bittiğinde bu ödülü kime vereceğiz.
Kuşkusuz ki “Desteksiz Atış Oscar’ı”nı kazanacak olan siyasetçi, siyasal İslamcılardan çıkacak. Çünkü bu arkadaşlar her ne kadar dindar olduklarını iddia etseler de gerektiğinde akla hayale gelmez palavralar uydurmak konusunda da maharet sahibiler. Kolayca yalan söyleyebiliyorlar, çünkü “takiye” diye bir şey uydurmuşlar, gerekli gördüklerinde yalan söylemenin günah olmayacağına kendilerini inandırmışlar.
Suudi Arabistan Kralı’na, İstanbul Sevda Tepesi’nde inşaat izni verilmesiyle ilgili kamuoyunda belli bir tepki oluşunca, Bayraktar bu kesimdeki siyasetçilerin en iyi yaptığı işe başvurdu. Ortaya bir laf attı: “Kral ailesi Türkiye’ye yardımcı oluyor. 10 milyar tutarında bir yardımı oldu.”
Bakan bu yardımın borç değil “hibe” olduğunun da altını çizdi. “Dünya piyasaları krizde ve nakit darlığı var. Şimdi Suudi devleti yeni bir yardım yapabilecek” de dedi.
Güngör Uras, dün Milliyet’te yazdı: “Böyle bir paranın Türkiye’ye geldiğine ilişkin hiçbir kayıt yok.”
Tabii para özel uçaklarla taşınıp, bankacılık sisteminin dışında, bazı kasalara istiflenmediyse! Eğer böyle yapıldıysa bu işe aracılık edenler de Türk yasalarına göre suçlular, MASAK acaba Bakan’ın bu konuşmasını ihbar kabul edip, bir inceleme yapar mı?
Ama 10 milyar dolarlık hibe iddiası bana pek mümkün görünmüyor, çünkü bilindiği gibi Suudi Arabistan Kralı’nın kişisel serveti 20 milyar dolar civarında. İnsan bütün servetinin yarısını bir başka ülkeye bağışlar mı?
Gelelim ikinci palavraya: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi, Sevda Tepesi’ni “turizm tesisi” yapılması için imara açtı. İster otel yap, ister pansiyon işlet, ister günübirlik turistik tesis yap! Ama hatırlarsanız bunun çalınan minare için bir kılıf olduğunu yazmıştım. Nitekim Bakan Erdoğan bunu da ağzından kaçırıyor: “Kral ailesi oraya otel yapmayacak. Ailesi için villa inşa edecek, belki 4 tane. Kendisi oturacak. İmar değişikliği, orada sadece turizm amaçlı yapılabilir. Sonuçta bu da turizm yatırımı! Adam 20 küsur yıl önce satın almış, yazıktır.”
Gördüğünüz gibi Kral’a acıyor ama İstanbul’un son kalan koruluk alanlarından birine acımıyorlar. Kral acaba bu iş için ne kadar para “hibe” etti ve o parayı kimler bölüştü, kayıtlarda görünmediğine göre!
Bir yemin ettim ki dönemem!
BAŞBAKAN Yardımcısı Bülent Arınç’a, TBMM Başkanı olduğu dönemde suikast girişimi iddiasının akıbetini her hafta soruyor, yanıt alamıyorum.
Geçtiğimiz hafta içinde gazeteciler bu soruyu Bülent Arınç’a sordular. Arınç “Yeminle söylüyorum bilmiyorum” yanıtını verdi.
Biliyorsunuz her hafta aynı soruları okumaktan sıkılan okuyucular için de “şarkı programımız” var. Arınç’ın bu sözleri bana “seni versinler ellere” şarkısını hatırlattı.
Arınç’a ve durumumuza da uyuyor sözleri: “Cehennemde yansın bu dilim / Bir yemin ettim ki dönemem / Seni versinler ellere, beni vursunlar / Sana sevdanın yolları, bana kurşunlar.”
Sıkıntılı okuyucularım bu şarkı ile oyalanırken ben sorumu tekrarlayayım: 19 Aralık 2009’da ortaya atılan suikast iddiası ile ilgili soruşturma ne oldu? Bülent Arınç’a bir suikast planlanmış mıydı, yoksa bu bir palavra mıydı?
Öbür sorumuz: Suudi Arabistan Kralı’nın ne kadar bonkör olduğunu ve ziyaret ettiği ülkelerin devlet yöneticilerine ve eşlerine pahalı hediyeler, mücevherler verdiği bir sır değil. Suudi kralı Türkiye’ye geldiğinde devlet büyüklerimize ve eşlerine verdiği hediyeler neden beyan edilip, Hazine’ye devredilmedi? Hediyeler ne oldu? Neden bu konudaki yasalara uyulmadı?
Ve bir pazartesi klasiği daha: KPSS’nin sorularını çalıp, dağıtan organize suç örgütü ne oldu? Neden hâlâ yakalanamadılar? Bu çeteyi koruyan nefesi kuvvetli bir hoca mı var? Yoksa bu suç örgütü MİT’ten de, Başbakan’dan da, Emniyet’ten de daha mı güçlü?
Paylaş