Recep Tayyip Erdoğan Başbakan iken!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan biliyorsunuz, Ergenekon Davası’nın "fahri savcılığını" yapıyor ve bunu iftiharla her yerde söylüyor.

Yaptığı elbette hukuken ve siyaseten uygun değil.

Bu tutumun, devlet içinde yuvalanmış çetelerin temizlenmesi, darbe heveslilerinin ayıklanması gibi konularda bir dönüm noktası yaratması gereken asıl Ergenekon Davası’na zarar verdiğini de düşünüyorum.

Öte yandan Başbakan’ın siyasi amaçlı suçlarla ilgili çifte standartlı tutumunun da altını çizmem gerekiyor.

Başbakan’ın iktidarında bu ülkede birbiriyle bağlantılı olduğunu düşündüğüm, en azından fikri ilhamını benzer yerlerden alan ciddi cinayetler işlendi:

Rahip Santoro’nun Trabzon’da öldürülmesi, Hrant Dink’in İstanbul’da öldürülmesi ve Malatya’daki Zirve Yayınevi katliamı.

Birbirinden farklı yerlerde, benzer özelliklerdeki hedefler. Suçluların genel karakterleri aynı.

Vahim olan şu ki bu cinayetlerin hepsi, önlenebilirdi.

Bu cinayetleri önleyebilecek olan yetkililer AKP döneminde atandılar. Halen hepsi koltuklarında oturuyorlar, içlerinde bu süreçte terfi edenler bile var.

Ve Başbakan, bu suçların işlenişi sırasındaki istihbarat eksikliklerini (Rahip Santoro cinayeti), istihbarat olmasına rağmen polis yetkililerinin kıllarını bile kıpırdatmamalarını (Hrant Dink cinayeti), polisin (bence kasten) yaptığı hatalar ile soruşturma ve mahkeme süreçlerinin zedelenmesini (Malatya katliamı) kendisine dert etmiyor.

Bu tutumu, cinayetlerdeki kurbanların dini ve etnik durumlarından mı kaynaklanıyor?

Yoksa bu cinayetlerin üzerine gidilirse AKP kadrolaşmasının zarar göreceğini düşünmesinden mi?

Başbakan’ın söylev ve demeçlerini şöyle bir hatırlarsanız, iki yanıtın da geçerli olabileceğini düşünebilirsiniz.

Ama gerçek olan şu ki, bu cinayetler Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde işlendiler. Hepsi önlenebilirdi. Önlemekle görevli olup işlerini yapmayanları o koltuklarda tutmaya devam eden de Başbakan’dan başkası değil!

Ekonominin başına Zahid Akman geçsin!

HAYIR, bu öneriyi yapmamın nedeni Bay Zahid Akman’ın, Almanya Deniz Feneri’nde ortaya koyduğu ekonomik sihirbazlık deneyimi değil.

İstanbul Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası’nın yaptırdığı bir araştırma nedeniyle bu öneriyi yapmaya karar verdim.

Araştırma, televizyonların yarışma programlarına ilginin giderek artmakta olduğunu ortaya koyuyor.

Şu anda cennet vatanımızın her 100 yetişkininden 15’i bir televizyon yarışmasında rol kapabilmek hayallerini kuruyor.

Bu şu demek: Türkiye’de 2 milyon 500 bin kişi televizyonda yarışmacı olmak istiyor!

Dokuz ulusal kanalda halen 12 yarışma programı yayımlanıyor ve dağıtılan para hiç de fena değil. Araştırmayı yaptıran kurumun başkanı Yahya Arıkan, yarışmaların artık "şans oyunları platformuna" dönüştüğünü söylüyor.

Madem halkımız normal yollardan geçimini temin etme konusundaki umudunu kesmiş ve televizyon yarışmalarına ümidini bağlamış, ekonominin başına RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın getirilmesi yerinde bir davranış olacaktır.

Merkez Bankası’nın başına da Acun Ilıcalı ya da Mehmet Ali Erbil uygun olur!

’Orducu sosyalist’ de ne ola ki?

ERGENEKON dalgalarından birinde gözaltına alınan ancak sonra tutukluluk hali kaldırılan Yalçın Küçük’ün "içeriden" çıktıktan sonra gazetelere yaptığı açıklamaları okurken bir sözü dikkatimi çekti.

Küçük, kendisinden "orducu sosyalist" diye söz ediyor!

"Yalçın Küçük’ün ciddiye alınacak bir yönü var mı ki bu sözünü ciddiye alıyorsun" diye düşündüm önce.

Ama yine de birkaç söz söylemenin iyi olacağı kanaatine vardım daha sonra.

Sosyalizm her şeyden önce sınıf mücadelesine inanır ve hedefi işçi sınıfının iktidarını sağlamaktır. Böylece üretim araçlarının mülkiyetinden doğan haksızlıkların önlenebileceğini, üretilen gelirin adil paylaşılabileceğini düşünür.

Her ideoloji gibi bir ütopyadır, iktidara gelme şansı bulursa bu hayali gerçeğe çevirmeye çalışacaktır ama bu ne yazık ki bugüne kadar mümkün olamadı. SSCB ve Çin Halk Cumhuriyeti deneyimleri de dahil olmak üzere!

Günümüz Türkiye’sinde ise bir sosyalist, öncelikle demokrasiden yana olmalıdır.

Çünkü ancak demokratik bir düzen içinde hayatta kalabiliriz.

Bu ülkede çok askeri darbe yapıldı. Hepsi iktidarı bazı sağcılardan alıp, başka sağcılara devreden darbeler! Darbeler döneminden önce de "komünist tevkifatları" vardı.

Dayağı yiyen her zaman sosyalistler oldu. Örgütleri dağıtıldı, sendikaları kapatıldı, işkenceler gördüler, hapislerde gençliklerini yitirdiler.

Bu nedenle eğer bir sosyalist, kendisine "orducu" diyebiliyorsa, ona "sosyalist" denmemelidir.

Bu olsa olsa işkence görmekten zevk alan bir ruh durumuna işaret eder ki "mazoşist" daha doğru bir tanımlama olur!
Yazarın Tüm Yazıları