BELGESEL bir filmin bu kadar çok tartışma yaratması ancak bizim cennet vatanımızda gerçekleşebilecek bir durum.
Can Dündar’ın "Mustafa" belgeseli öyle görünüyor ki önümüzdeki ayların en canlı tartışma konularından birisi olacak.
Deniz Baykal’ın filmle ilgili eleştirileri gişe başarısı açısından umut veriyor bence.
Benim de kendime referans aldığım film eleştirmenleri var. Onlar beğenirse filme gitmiyorum, beğenmezlerse ilk seansta yerim hazır!
Deniz Baykal da bence böyle bir etki yaratacak.
Ülkemizin önde gelen Atatürkçülerine bakarak, Atatürkçü olduğumu söyleyemem.
Onlar öyleyse, ben başka bir şey olmalıyım.
Ancak Atatürk’ün, her şeyin bittiği bir anda ortaya çıkıp, bütün dünyanın dayattığı bir şeye isyan ederek harekete geçmesine, öyle bir toplumsal ortamda kimsenin cesaret edemediği devrimleri gerçekleştirmesine hayranlık duyduğumu da belirteyim.
Ve filmin bize ezberletilenden farklı bir tablo çizmesine de itirazım yok.
İnsani yönlerini öğrendikçe Atatürk’e saygım daha da artıyor.
İki kadeh fazla içiyor ya da kendini yalnız hissediyor diye Atatürk değerinden bir şey kaybetmez.
Tarihi kişilikleri, gerçek bir "kişilik" yapan şey de zaten bu tür sıradışı özellikleridir.
Yoksa herkes "tarihi kişilik" olur ki bunu yazacak tarih kitabı milyon sayfa olur, kimse okuyamaz!
İş hayatımın çok büyük bölümünde dergi ve gazete yöneticiliği yaptığımdan olsa gerek ben de kafayı "tiraja" takmış durumdayım.
Türk sinema tarihinin en büyük gişe başarısını "soytarı adam" Recep İvedik yaptı. Bakalım, "yalnız adam" Mustafa, onu geçebilecek mi?
Türk halkının genel seviyesi hakkında böylece bir fikir sahibi olacağım.
Önümüzdeki hafta da Çağan Irmak’ın "Issız Adam"ı vizyona giriyor.
Salonları doldurup filmler üzerine saatlerce konuşmanın tam zamanı şimdi!
Ele verir talkını
DÜN gazete yöneticilerinden biri, gazetesinin değişik köşelerinde yazdığı yazılardan birinde "medya faşizminden" söz ediyordu.
İsim vermiyordu ama tarifinden Hürriyet’i kastettiği anlaşılıyor. "En çok satan ve en çok reklam alan gazete" denilince başka bir şey akla gelmiyor çünkü.
Bu arkadaş her gün bu mesleği herkesten nasıl da daha iyi bildiğini yazıp duruyor.
Lokantalarda yan masadan kulak kabartırsanız sadece gazeteciliği değil, yeme-içme işini de herkesten daha iyi bildiğini zannedebilirsiniz.
Ancak bir sorunu var ki malt viskiyi buzlu içiyor, gazetesi de yıllardır dünyanın parasını harcamasına rağmen tiraj sıralamasında 10. sırada yer alabiliyor.
Eski bir gazete yöneticisi olarak kendisine şunu tavsiye ederim: Başkalarıyla uğraşacağına, işine konsantre ol, gazeteni düzgün yap. Madem bu kadar biliyorsun hiç olmazsa spor gazetelerinden çok satmayı başar!
(Merak edenler, medyatava.net’ten benim yönettiğim dönemlerdeki gazetelerimin Spor, Posta, Fanatik, Radikal ve Milliyet tirajlarına bakıp, bunu söyleme hakkım olup olmadığına da karar verebilirler.)
"IMF bu noktada karşılıklı çıkara dayalı olarak bir yaklaşım gösterecek olursa biz zaten varız."
Sadece bu cümle bile Başbakan’ın ekonomiyle ilgili bilgi düzeyini ele vermeye yetiyor.
Belli ki Başbakan, IMF’yi bir banka ya da ticari bir kuruluş zannediyor!
Türkiye, IMF ile anlaşırsa, IMF’deki "kendi parasını" çekme hakkını kullanacak.
IMF kredi filan vermiyor!
IMF, eğer siz isterseniz, size oradaki sermayenizle ilişkili bir oranda para verebilir.
Bunu istediğinize göre ekonominizin iyi olmadığını varsaydığı için de size ekonominizi düze çıkaracağını düşündüğü bir program önerebilir.
Buna uyarsanız ne álá. Uymazsanız da kimse sizi mahkemeye vermez, kapınıza haciz göndermez!
Ve bu önerilecek programın işe yarayacağını da kimse bilemez zaten. Kişisel olarak IMF reçetelerinin, ülkelerin gerçeklerinden uzak ve sadece belli bir sınıfın çıkarlarını korumaya yönelik olarak çalıştığını da düşünürüm.
Ama bu iş anlaşmayı isteyen devletle ilgilidir, IMF kimseye "Gel benimle anlaş da biraz para vereyim, ben de bu işten bir şeyler kazanırım" demez!
Amacı "ümük sıkmak" değildir. Kendi bildiği programı uygulamaktır.
Dolayısıyla IMF ile anlaşırken "karşılıklı çıkarlar" söz konusu değildir!
Başbakan’ın kızı, dünyanın en iyi ekonomi okullarından birinde master yapıyormuş.
Bir ara derslerden başını kaldırıp babasına durumu anlatsa ne kadar iyi olurdu. Belli ki babası, hálá Kasımpaşa’daki simitçi tezgáhında kalmış!