Paylaş
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, Suruç’taki terörist saldırısından sonra siyasi partilere ortak deklarasyon yayınlama çağrısında bulundu. Şöyle konuştu:
“Şimdi bu noktada 4 partinin genel başkanları olarak, tam da hükümet ortaklığı çabası içine girmişken, tam da böyle bir ortak akıl üretme çabası içine girmiş olduğumuz bugünlerde, ‘Bu saldırının hedefi Türkiye’dir, Türk demokrasisidir’ diyorsak, şimdi 4 genel başkanın da bir araya gelerek, ortak bir deklarasyona imza atmamız lazım. Ben bunu yapmaya hazırım.”
Başbakan’ın “Türk demokrasisi saldırı altında” değerlendirmesi yaptığı andan üç-dört saat sonra, polis, İstanbul’da terörist saldırıyı protesto edenlerin üzerine basınçlı su ve biber gazı sıkıyordu.
İstanbul ile de sınırlı kalmadı, daha da ileri saatlerde neredeyse her yerdeki protesto gösterilerine müdahale edildi.Demokrasi Suruç’taki IŞİD saldırısının ardından, ülkenin dört bir yanında polis saldırısına maruz kaldı!
Arkada onlarca AİHM ve AYM kararı varken, polis barışçı bir şekilde terörü lanetleyenlere saldırdı, içlerinden bazılarını gözaltına aldı.
Bu nasıl “örnek” demokrasi?
Polis kimden yana? Yoksa polis şefleri, siyasiler kadar çabuk manevralanma yeteneğine sahip olmadıkları için hâlâ IŞİD’i “dost” mu sanıyorlar?
Bir eleştiri de gazetelerin yazıişleri çalışanlarına yapmak zorundayım.
Dün okuduğum gazetelerde, terörist saldırıyı protesto için yapılan gösterilerden “izinsiz gösteri” diye söz ediliyordu.
Hadi yandaş medyayı bir kenara bırakalım. Onlar kendilerini hükümetin yarı resmi yayını olarak konumlamışlar, onların ağzından yazıp çiziyorlar.
Arkadaşlar, protesto gösterisi için izin almak gerekmiyor. Bu temel bir insan hakkı, ifade özgürlüğünün ayrılmaz parçası!
Bununla ilgili onlarca AİHM kararı var. Bu kararlara çerçeve oluşturan AİHS var.
Sizler de eski ceberut devlet anlayışından kurtulamamış valilerin, polis müdürlerinin, bakanların, başbakanların ağzından konuşmayın lütfen.
O ‘askeri kaynağı’ merak ediyorum!
CUMHURBAŞKANI’nın yarı resmi yayın organı olarak niteleyebileceğimiz havuz gazetesi, 19 Haziran’da, yani Suruç’taki alçak saldırıdan tam bir ay önce, “PYD, DAEŞ’ten çok daha tehlikeli” manşetinin altına şöyle yazmıştı:
“Türkiye sınırında ‘DAEŞ mi yoksa PYD varlığı mı daha tehlikeli?’ konusu da Ankara’da tartışılan başlıklardan bir tanesi. Askeri kaynaklar, DAEŞ’in en fazla 2-3 yıl sonra yok olma ihtimalinin yüksek olduğunu, ancak PYD’nin ise etnik temelli hareket ettiği için sınırda bir tampon kurmasıyla daha uzun süre kalıcı olabileceğine dikkat çekiyor. Bu nedenle PYD’nin tampon bölge oluşturmasının zamanla Türkiye’ye tehdit oluşturacağı, hatta içerideki gelişmelere paralellik göstererek sınırın güney kısmından ülkenin hedef alınabileceğine vurgu yapılıyor.”
Suruç’taki saldırıdan sonra bu değerlendirmeyi kimin yaptığını merak ediyorum.
Bu gerçekten bir “askeri kaynak” mıydı, yoksa “Canım askeri kaynaklar diye böyle bir şey yazıverin” diyen bir siyasi mihrak mı?
Eğer bu gerçekten bir “askeri kaynak” idiyse, yaz bitmeden toplanacak olan Askeri Şûra’da biletinin kesilip evine yollanması yararlı olur.
Ama bunun böyle olmadığını tahmin edebiliriz.
Çünkü havuz gazetesinin bu tür manşetlerinin bir tek kaynağı var: Devlet!
Devlet dediysem, “Bahçeli” olan değil tabii, saraylı olandan söz ediyorum.
MİT’i sırdaşı yönetiyor, sarayı danışmanla dolu, algı operasyonlarının da o merkezden çıkıyor olması lazım.
Topraklarımızın içinde bir IŞİD belasının büyütülmüş olmasının nedeni de zaten en tepede IŞİD’in “O kadar da tehlikeli değil” diye görülmüş olmasıdır.
Unutmayalım, Adıyaman’dan insanlar neredeyse otobüslerle “Suriye’deki cihat için” savaşmaya götürüldüler, bazıları geri döndü ve serbestçe faaliyetlerine de devam edebildiler.
Diyarbakır bombacısını, bu örgüte önce sempatizan sonra militan yapan, böyle bir kişiydi ve ailelerin şikâyetlerine rağmen serbestçe faaliyet gösteriyordu.
Şimdi bakmayın “Terörün dini, milleti, etnik kökeni olmaz” dediklerine.
Evet, terörün dini ve milleti olmaz ama teröristin etnik ya da dini kimliği olabiliyor ve hayata sadece bu gözle bakanlardansanız, teröristin bu özelliği, sırtı sıvazlanmasa bile nispeten rahat hareket etmesine neden olabiliyor.
IŞİD terörüne karşı istihbarat ve güvenlik zafiyetinin altında da olsa olsa bu olabilir.
Millet parasıyla hovardalık
HAZİRAN ayında hem Cumhurbaşkanlığı’nın hem de Başbakanlığın harcamaları önemli oranda artış göstermiş.
Geçen yıl haziran ayında Başbakanlığın harcaması 16.3 milyon lirayken, bu yıl 331 milyon liraya yükseldi.
Cumhurbaşkanlığı’nın harcaması ise haziranda 11.4 milyon liradan 54.3 milyon liraya çıktı.
Geçen yıl ocak-haziran ayları arasında Cumhurbaşkanlığı’nın yaptığı harcama 79.8 milyon lirayken, bu yıl aynı dönemde harcama 131.2 milyon lira oldu.
Başbakanlığın ilk altı aylık harcaması ise geçen yılki 486.7 milyon liradan 1 milyar 170 milyon liraya çıktı.
Cumhurbaşkanı da Başbakan da harcadıkları bu paraları evlerinden alıp gelmediler, babalarından da miras kalmadı.
Bu para bizim paramız, vergilerimizden oluşuyor. Ve bu paranın nerelere harcandığını da bilmemiz gerekiyor.
Çoktan seçmeli bir test hazırladım, bakalım doğru cevabı bulabilecek misiniz.
Soru: Harcamalar geçen yıla göre neden bu kadar arttı, bu para nereye harcandı?
a- Seçim dönemiydi, açılış töreni kisvesi altında mitingler yapıldı, para oraya harcandı.
b- Geçen yıl saray yoktu, Cumhurbaşkanlığı’nda da başkası oturuyordu. Şimdi saray kerameti kendinden menkul danışmanlarla dolu. Para oraya harcandı.
c- Başbakanlık kendisine bağlı MİT’in “yardım TIR’larını” donattı.
d- Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığa çok sayıda son model otomobil alındı, kiralandı, paralar oraya harcandı.
e- Hepsi.
Paylaş