Paylaş
PKK’nın Kandil kanadının Apo’ya ne yanıt yazdığını elbette şu anda bilmiyoruz. Ama Adalet Bakanı’ndan tutun da “iyi haber alan” bazı gazetecilere kadar herkes çekilmenin 21 Mart tarihinde başlayacağını söylüyor ki buradan şu sonucu çıkarıyorum: Kandil’deki PKK şeflerinin geri çekilmeyi kabul edeceğinden kimsenin kuşkusu yok. Dilerim böyle olsun.
Önemli bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz.
PKK’nın silahlı adamlarını sınır dışına çekmeyi kabul etmesi ve bunun gerçekleşmesi, çatışma ve ölüm haberlerinin duyulmayacağı bir dönemin başlangıcı da olacak.
Normal olarak buna herkesin sevinmesi gerekir. Akan kanın durması, bundan sonrasını daha rahat konuşmanın ortamını da yaratacak.
CHP, hükümetin Meclis’e görüşmelerle ilgili bilgi vermesi gerektiğini söylüyor ama bu talebi görüşmelerin bu aşaması için gerçekçi değil.
Geldiğimiz nokta eğer PKK kadrolarının sınır dışına çekilme noktasıysa, bundan sonrası zaten büyük ölçüde kamuoyunun gözünün önünde ve Meclis’te cereyan edecek.
O aşamada ne pazarlıkların yapıldığını, geri çekilme karşısında hangi sözlerin verildiğini öğrenmiş olacağız.
Genel af olacak mı, ayrılıkçı Kürt hareketinin temel taleplerinden olan anadilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, merkezi devlet idaresinin elini–ayağını bölgeden mümkün olduğunca çekmesi gibi düzenlemeler yapılacak mı?
Bu pazarlıklar içinde yeni anayasanın yazım çalışmaları ne yönde etkilenecek?
Bu işten bir demokratik–sivilleşmiş yönetim biçimi mi çıkacak, yoksa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı seçilmiş padişah yapmaya yarayacak “Ala Turka başkanlık sistemi” mi? Bu konularda şimdiden bir şey söylemek falcılıktan başka bir şey değil elbette.
Ama bildiğimiz bir konu da var ki o da Başbakan’ın, Anayasa’da başkanlık sistemi değişikliğini yapması, çok yakındığı güçler ayrılığından kurtulmuş bir şekilde hükümet etmesi konusunda dayanılmaz bir isteği var.
BDP, bu süreç başlamadan önce parlamenter sistemden yanaydı, ama İmralı’da Apo’nun ağzından çıkan “Tayyip Bey’i başkanlık sisteminde destekleyebiliriz” sözleri, fikirlerini değiştirmiş gibi görünüyor.
Şimdilik “Demokratik güç dengeleri sağlanmış bir başkanlık sistemini görüşürüz” tutumundalar ama unutmayalım ki bu bir pazarlık süreci. Karşılığında alabileceklerini yeterli görürlerse “Türk tipi başkanlık sistemi”ne de kolayca “Evet” diyebilirler.
Türkiye’nin ayrılıkçı Kürt hareketini marjinalize ederek, herkesin barış içinde yaşayabileceği bir ülke olmasının, ancak geniş bir demokrasi ortamının sağlanmasıyla mümkün olabileceğini düşünürdüm. Bununla ilgili çok yazı da yazdım.
Şimdi bazı yazarlar Kürtlerin hak taleplerinin Türkiye’de demokrasiyle sonuçlanacağını yazıyorlar.
Ama görünen o ki Kürtler bazı haklarını alırlarken, memleket bir diktatörlüğe de sürüklenebilecek!
Beş benzemezler örgütü!
ERGENEKON davasında savcı mütalaasını sundu ve davanın ilk gününden beri herkesin kolayca tahmin edebileceği gibi ağır cezalar talep etti.
Hiç şaşırmadım çünkü bu davanın amacı da zaten buydu.
Bir suç örgütünü ortaya çıkarmak ve suçluları cezalandırmak değil, suçlu olduğu baştan varsayılan bazı kişilerle muhalif kimlikleri olanları aynı torbaya atıp hapishanede mümkün olan en uzun süre tutmak!
Aynı silahlı örgütün üyesi oldukları iddia edilen kişilerin çoğu “beş benzemez”. Birbirleriyle nasıl bir emir-komuta içinde olduklarını yargılama sürecinde savcılık açıklıkla ortaya koyamadı.
Gizli tanık ifadelerinin suçlamalarda çokça kullanıldığı ama buna mukabil sanıkların dinlenmesini talep ettikleri tanıkların dinlenmediği bir yargılama süreci geçirdik.
Adil bir süreç değildi, savcılığın mütalaasından sonra bu tabloda bir değişiklik yok. Mahkeme kararından sonra da değişmeyecek, çünkü yargıçlar yargılama süresince zaten tavırlarını net olarak ortaya koymuşlardı.
Şimdi bir prosedür tamamlanmış oluyor. Ardından mahkeme kararı gelecek, onu Yargıtay aşaması takip edecek. Sonra yeniden yargılama, yeniden Yargıtay... Böylece sürüp gidecek.
Bu arada hapiste yeteri kadar yattığı düşünülenler serbest kalacak.
Ve bunun adil yargılama olduğuna inanmamızı bekleyecekler. Çok beklemeleri gerektiğini söyleyeyim.
Çağrı insani ama içi boş
KÜLTÜR ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmış azınlıkları, memleketlerine dönmeye davet etti, “Başınız sıkışırsa Türkiye büyükelçilikleri yanınızdadır” dedi.
İnsani bir çağrı! Ama bunu artık kaç kişi dinler de geri gelir, tahmin etmem zor değil. Pek fazla kişi çıkmaz, hatta hiç talep gelmeyebilir de!
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak, bugünlerde o kadar parlak bir durum sayılmaz çünkü. Vize kuyruklarından tutun da, dünyanın en pahalı benzinini tüketmeye kadar bir sürü faktör sayılabilir.
Öte yandan devlet de hâlâ üzerine düşenleri yapmış değil.
El konulan azınlık vakıflarının malları hâlâ eski sahiplerinde değil, din adamı yetiştirmek için açık bir okulları yok, devletin örtülü ayrımcılığı her alanda kendisini hissettirmeye devam ediyor. Hıristiyan ya da Yahudi memur, subay, polis vs. göreniniz oldu mu?
Evet, çağrı insani bir yaklaşımla yapılmış ama bir halkla ilişkiler faaliyetinden öteye de anlam içermiyor gibi geliyor bana!
Paylaş