Paylaş
Verdiği süre çok uzun, daha kısa bir süreden de söz edebilirdi.
Zaten bizde kamu yönetimine gelenler en çok buna güvenirler: Halkımızın hafızası zayıftır, kısa sürede unutur, dikkati başka bir konuya kolayca çekilebilir vs.
Baksanıza daha üzerinden bir ay geçti geçmedi, rüşveti ve yolsuzlukları bırakmış, cemaat–hükümet kavgasını seyrediyoruz.
Ama bizlerin işi de böyle şeyleri unutturmamaktır. Gazetecilik mesleğinin bir yönü de budur, fikri takip mesleğin olmazsa olmaz kurallarından biridir.
Onun için arada bir nefes alıp 17 Aralık’tan sonra neleri öğrendiğimizi ve unutmamamız gerektiğini izninize sığınarak hatırlatacağım: 17 Aralık’ta neler ortaya çıktı!
- Halkbank genel müdürünün evinde ayakkabı kutuları içine saklanmış 4.5 milyon dolar nakit para.
- Bakan Muammer Güler’in oğlunun evinde boyum büyüklüğünde yedi kasa ve 1 milyon liradan fazla nakit para.
- Bakan Zafer Çağlayan’a “hediye” edilen 700 bin liralık kol saati.
- Bakan Çağlayan’ın işadamının özel jetiyle hediye ettiği umre yolculuğu.
- Bakanlara elbise torbalarında ve bavullarda gönderilen paralar.
- Başbakan’ın, Şehircilik Bakanı’na emir verip bazı müteahhitlere avantaj sağlamak için imar planlarını değiştirtmesi.
- İmar planlarının değiştirilmesine karşılık hükümet yanlısı vakıflara müteahhitlerin büyük bağışlarda bulunmaları.
- Devlet içinde bir paralel yapılanmaya hükümetin göz yumması, bir dönem bu paralel yapı ile ortaklaşa çalıştığı.
- Yolsuzluk soruşturmalarına hükümetin doğrudan müdahalesi, yolsuzlukları soruşturan polislerin ve savcıların kitleler halinde sürülmeleri.
- Hükümetin cemaatin ileri gelenlerini, cemaatin hükümetin ileri gelenlerini gizlice dinleyip dosyalar biriktirmeleri.
- Polisin, savcı ve mahkeme emirlerini dinlemeyerek suça ortak olması.
- Hükümetin yargı gücünü kendisine bağlayarak bir anayasal darbeye kalkışması.
Gördüğünüz gibi liste uzayıp gidiyor.
Her zaman olduğu gibi siyaset erbabı “maymuna bak” oyunu ile bunları unutturmaya çalışacak.
Ama bizler de buradayız, hatırlatmaya devam edeceğiz.
Mektupların adresi çok yanlış
MELİH Gökçek iki çocuğuna beş mektup bırakmış. Neden anlatmak istediklerinin hepsi bir mektuba yazılmamış da beş ayrı mektup halinde yazılmış, bilemiyorum tabii.
Mektuplarda “Türkiye’de karanlık bir düzen oluşturmaya çalışanların şifrelerini bıraktığını” söylüyor. “Eğer bana bir şey olursa hiç olmazsa ölüm işe yarasın” diyor.
Mektupları şunun için yazmış: “Seçimlere 15 gün kala maalesef suikastlar olacak, Hem AK Parti’den, hem de AKP Parti karşıtı kişilerin canına kastetmek suretiyle olayları yeniden tırmandırmak isteyecekler.”
Olabilir tabii. Türkiye’de daha önce yaşamadığımız bir durum sayılmaz. Böyle dönemlerde, toplumda huzursuzluk yaratacak cinayetler işlendi.
Gökçek herhangi birisi değil. Kendisi iktidar partisinin önemli bir üyesi, Ankara büyükşehir belediye başkan adayı!
Dedikodular ya da paranoya ile böyle bir işe kalkıştığını düşünebileceğimiz gibi bir bildiği olduğunu da varsaymamız gerekecek bir makamda.
O vakit bildiklerinin işe yaraması için Allah korusun ölmesini mi beklememiz gerekiyor?
O mektuplarda gerçekten kayda değer bir bilgi varsa, zarfın üzerindeki adres “sevgili oğullarım” değil, “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı” olmalıydı.
Aksi tutum doğrusunu isterseniz bende gösteri yapma hevesi düşüncesi uyandırıyor.
Ustanın ‘Beceremedim’ itirafı
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, son günlerde sıkça “fetret devrinden” söz ediyor. Sadece o değil, bakanları da aynı kavramı, bugün içinde bulunduğumuz durumu tarif etmek için kullanıyorlar. Baktım, bu kavramları bilmesi gerekenlerden biri olan Davutoğlu bile aynı şeyi söylüyor. Belli ki hoşlarına gitmiş.
Hepimiz tarih derslerinde okuduk, “fetret devri” dendiği zaman, bu kavramın hükümet gücünün ortada kalmadığı bir dönemi tanımlamak için kullanıldığını biliyoruz.
Osmanlı’nın fetret devri, Yıldırım Beyazıt’ın beş oğlunun dördü arasında geçen iktidar kavgalarına karşılık geliyor. Yıldırım Beyazıt’ın, Timur’a esir düşmesiyle başlıyor, Çelebi Mehmet’in tahta çıkmasıyla bitiyor.
Normal olarak bu “fetret devri” yakıştırmasını bizler yapsak, önce AKP ileri gelenlerinin karşı çıkması gerekirdi.
Meşru bir seçim ile işbaşına gelmiş bir hükümet iktidarda, onun başında da “ustalık dönemini” yaşadığını söyleyerek oy isteyen bir başbakan var.
Bu nasıl bir ustalıktır ki halkın verdiği hükümet etme yetkisini, cemaat ile paylaşmış. Devletin bazı organlarını onlara bırakmış, “ne istedilerse yapmış” ve şimdi onlarla kavga ediyor, hükümet gücünün ortada kalmadığı bir fetret devri yaratıyor!
Şimdi ortaya çıkıp “fetret devri” diye bağırıp çağırması, aynı zamanda “Ben bu işi beceremedim” demekten başka hangi anlama gelebilir ki?
Paylaş