DİYANET İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Kurban Bayra-mı’nda Ankara Cebeci Asri Me-zarlığı’na giderek, kurumun ilk üç başkanının mezarlarını ziyaret etti.
Kuşkusuz ki örnek bir davranış! Hem toplumsal hem de dini geleneklerimiz açısından.
Gazetelerde Diyanet İşleri Başkanı’nı, mezar ziyareti sırasında dua ederken gösteren fotoğraflar da yayımlandı.
Dikkat ettim, fotoğraflar Anadolu Ajansı tarafından servis edilmiş.
Öyle görünüyor ki Başkan bu ziyareti planladıktan sonra ajansa da bilgi verilmiş, artık kendisi mi yoksa kurumdaki işgüzarlardan biri tarafından mı bilemiyorum. Habere de “İlk kez bir Diyanet İşleri Başkanı, kendinden önceki başkanların mezarını ziyaret etti” gibi kanıtlanması son derece zor bir bilgi de eklenmiş. Eski başkanların, kimseye haber vermeden kabir ziyareti yapmadıklarını nasıl bilebiliriz?
Prof. Dr. Mehmet Görmez, daha makamına ısınamadı gibi geldi bana.
Bu makam, kişisel reklamı kaldırabilecek bir makam değil. Eski Diyanet İşleri başkanlarının bundan kaçındıklarını biliyoruz.
Bu makamda bulunan kişilerin bundan uzak durmalarında, makamın saygınlığını korumak açısından yarar vardır.
Elbette bir ikinci olasılık da Başkan mezar ziyaretini yaptığı sırada, AA muhabirinin tesadüfen orada olmasıdır.
Ama böyle bir durumda bile Başkan’ın fotoğraf çekilmemesini istemesi, ziyaretin “kişisel” bir şey olduğunu söylemesi ve haber yapılmamasını rica etmesi gerekirdi.
Dilerim yeni başkan bu eleştirimi kişisel bir “husumet” olarak algılamasın, bir “dost uyarısı” olarak kabul etsin. O makamın saygınlığı hepimiz için önemli.
Polis devleti için bir adım daha!
ERZURUM Cumhuriyet Savcısı Osman Şanal, “istihbarat amaçlı” telefon dinlemelerinin de “delil” sayılması için Yargıtay’a başvurmuş.
Milliyet’te okuduğum habere göre, bir davada istihbarat amaçlı dinlemelerin delil sayılmaması nedeniyle verilen beraat kararı üzerine bu başvuru yapılmış.
Türkiye genelinde yapılan iletişim izlemelerinin üçte ikisi böyle, mahkemelerce delil olarak kabul edilmeyen “istihbarat amaçlı” dinlemeler ile ilgili olarak yapılıyor.
Yürürlükteki yasalara göre, polis “suç işlenmesini önlemek” gerekçesiyle, hakkında herhangi bir soruşturma bulunmayan kişilerle ilgili “istihbarat amaçlı dinleme” yapabiliyor.
Bu nedenle de istihbarat amaçlı dinlemeler, mahkeme aşamasında başka maddi deliller ile desteklenmedikçe delil olarak kabul edilmiyor.
Gerçi, normal dinleme kararlarında da mahkemelerin bu konuda ne kadar özensiz olduklarının örneklerini biliyoruz ama hiç olmazsa mevzuat böyle!
Yargıtay’ın nasıl bir karar vereceğini bilmemize elbette olanak yok.
Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu konudaki kararlarını biliyoruz. Türkiye’de açılan birçok davanın bu nedenle Avrupa hukukuna uymadığını da biliyoruz.
Yargıtay’ın vereceği karar, bu ülkenin gerçek bir “korku cumhuriyetine” dönüşüp dönüşmeyeceğini de gösterecek.
Acaba üç çocuk da istiyor mu?
İRAN Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, ülkesindeki ortalama evlilik yaşının 24-26 arasında olmasını eleştiren bir konuşma yapmış.
“Kızlar için evlilik yaşı 16-17, erkekler için de 20 olmalı” diyor. İleri yaşlarda evliliğin “Batı normu” olduğunu söyleyerek, böyle davrananları eleştiriyor.
Gazetelerde dün bu haber, biraz “hayretle” karşılanmış gibi veriliyordu.
Açık bir yorum yoktu, ama başlıklardan ve haberlerin yazılışından bu anlaşılıyor.
Türkiye’de yaşayan birisinin buna çok da şaşırmaması gerek.
Kızların küçük yaşlarda evlendirilmesi bizde de toplumsal taassubun “dini gereklilik” kılığına sokulmuş hali olarak yaşanıyor.
Gazetelerde bunun neden hayretle karşılandığını pek anlayamadım.
Ahmedinejad, konuşmasında kaç çocuk yapılması gerektiği ile ilgili bir şey söyledi mi, bilemiyorum. Haberin ayrıntılarında böyle bir şey söylenmiyor.
Ama hiç kuşkum yok ki o da “en az üç çocuk” gibi bir fikre sahiptir.
Belki İran’ın, ağır insan kayıpları verdiği Irak savaşı nedeniyle azalan nüfusu nedeniyle “Üç de yetmez, dört, beş, altı olsun” diye düşünüyor bile olabilir.
Bunlara “gerici” diyor olmamızın sebebi de zaten böyle, çağın ve dünyanın gerçeklerinden kopuk hayaller içinde yaşıyor olmalarındandır.