Paylaş
Önemli dış politika konularında Başbakan zaman zaman öyle çıkışlar yapıyor ki sonradan bunları yeniden bir düzene sokmak için akla karayı seçiyor olmalılar.
Füze kalkanı meselesinde de böyle oldu. Başbakan ne söylediyse tersi gerçekleşti.
Önce “Bu işin komutası bizde olmalı, aksi takdirde olmaz” dedi.
Sonra füze kalkanının İran’ı hedef almadığını söyledi.
“Kalkan NATO için kuruldu, edindiği istihbarat sadece NATO için kullanılabilir” dedi.
ABD askeri yetkililerinin konuyla ilgili açıklamaları da önceki gün New York Times’ta yer aldı.
Haberden ortaya çıkıyor ki “füze radarı” ABD malı! Bu nedenle kontrol Amerikalı yetkililerde olacak, Türkiye’de değil. Ve ABD bu radardan elde ettiği istihbaratı canı kiminle isterse onunla paylaşacak. İsrail de bunların arasında.
Geriye kalıyor “serpinti” meselesi.
Bilindiği kadarıyla füze radarı Malatya’da kurulacak, radarın tespit ettiği füzeleri vuracak füze rampaları da Romanya’da kurulacak.
Şimdi benim şahsen merak ettiğim şey bu “vurma eyleminin” nerede gerçekleşeceği.
Füze radarı, nükleer başlıklı füze kullanılması tehdidini de karşılamak üzere kurulacak.
Radar bir ateşleme tespit ettiğinde Romanya’dan fırlatılacak füzeler bunları nerede vuracak sorusunu sormak ve yanıtını öğrenmek zorundayız.
Böyle bir durumda nükleer serpinti Türkiye üzerinde mi gerçekleşecek? Eğer böyle ise Türk halkını radyoaktif serpintiden nasıl ve kim koruyacak?
Bunun Türkiye’ye açık seçik anlatılması lazım.
Ama lütfen bu işi de Başbakan yapmasın. Çünkü Başbakan bu konuda ne söylediyse hep tersi çıkıyor!
Düşmanla konuşmadan barış olmuyor
“DEVLET” ile PKK arasındaki görüşmelerin hükümetin talimatıyla yapıldığının ortaya çıkmasından sonra Türk kamuoyunun aslında bu tür görüşmelere hazır olduğu da ortaya çıktı.
Bana ulaşan tepkiler genellikle hükümetin bu konuda en başta doğruyu söylememiş olması ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Abdullah Öcalan’dan söz ederken “Sayın” hitabını kullanması etrafında toplanıyor.
Yoksa kimse “Neden görüşüldü” demiyor, en azından bana ulaşan okuyucu tepkileri böyle.
MİT Müsteşarı’nın Öcalan’dan “Sayın” diye söz etmesinin anlaşılabilir bir durum olduğunu ilk değerlendirmemde yazmıştım.
Sonuç olarak o toplantıda bulunmasının nedeni karşısındaki insanlarla bir ortak zemin yaratabilmekti. Konuşmayı sürdürülebilir kılmak, karşısındaki insanların duygularına saygılı olduğunu göstermek zorundaydı.
Bu görüşmelerin gizli tutulması ise bu işin olmaz ise olmazlarından biri.
Sizlere BBC Türkçe servisinin internet sayfasında da bulabileceğiniz bir belgeseli dinlemenizi öneririm.
www.bbc.co.uk adresinden “Türkçe özel dosyalar” bölümünde bulacağınız “Düşmanla Konuşmak” isimli üç bölümlük belgesel IRA ile Birleşik Krallık hükümeti arasındaki barış görüşmelerinin geri planını anlatıyor. Daha önce de bu belgeselden sizlere söz etmiştim.
O tarihte Başbakan olan Tony Blair’in 10 yıl boyunca Kuzey İrlanda baş görüşmecisi olan Jonathan Powell’in anılarından yola çıkılarak hazırlanan ve görüşmelerde bulunanlar ile yapılan söyleşiler ile zenginleştirilen bu diziyi iki kez dinledim.
Vardığım sonuç şu: Bu tür görüşmeler mutlak suretle gizli kalmalı ki kamuoyunda örgüte ödün veriliyormuş gibi bir düşünce uyanmasın. Kamuoyu baskısının görüşmelerin kesilmesi sonucunu doğurması, yine aynı sürecin başlatılmasını son derece güçleştirecektir, bu açık.
O nedenle hükümetin bu işi gizli tutmaya çalışmasını anlayabilmek mümkün.
Kabul edilemeyecek olan şey halka doğru söylenmemiş olmasıdır.
Başbakan ya da öteki yetkililer bu soru gündeme geldiğinde gerçeği söyleyemeyeceklerdi ama bir yanıt vermek zorunda da değillerdi.
“Yorum yok” yanıtı, medeni ülkelerde bu iş için kullanılıyor: Halka yalan söylememek için!
Jonathan Powel’in şu sözünü de aktarmak istiyorum:
“Hiçbir zaman yenilgiye uğratılamayacaklarını biliyorlardı ama asla kazanamayacaklarının da farkına vardılar. 80’lerin başlarında İngiliz ordusu da aynı durumdaydı sanırım. Güvenliği belli bir düzeyde tutabiliyorlardı ama asla kazanamayacaklar, İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu’nu tümden yok edemeyeceklerdi. Her iki taraf da aynı noktada olursa, o zaman barışçı bir çözüm yolu bulunabiliyor.”
Bu noktaya geldiğimizi düşünüyorum!
KPSS çetesi korunuyor mu?
ATANMAYI bekleyen öğretmenlerden her gün yağmur gibi e–posta geliyor.
Hükümetin bu konuda bir şeyler yapmasının zamanının geçmekte olduğunu gösteren bir durum bu. Seçim öncesi verilen sözlerin tutulmasının zamanı geldi, hatırlatmış olayım.
“Öğretmen atamaları” meselesinin her gündeme gelişi de benim aklıma KPSS’deki soru hırsızlığının gelmesine neden oluyor.
Aradan bir yıldan fazla zaman geçti. Başbakan bu olay ortaya çıktığında MİT’i ve Emniyet’i özel olarak görevlendirdi, “Dosyayı önce bana getirin” dedi. Ankara’da savcılık da bir yandan soruşturmasını sürdürüyor.
Ama geldiğimiz noktada hiçbir yere ulaşabilmiş değiliz.
Soruların yanıtlarını kimlerin edinip, sınavda tam puan aldıkları belli!
Türkiye’nin değişik yerlerine dağılmış bunca insana bu soruların yanıtlarını ulaştırmayı başaran örgüt hâlâ ortada yok!
Bu iş uzadıkça, meselenin örtbas edilmeye çalışıldığını, birilerinin korunduğunu düşünenlerin sayısı da artıyor.
Birileri gerçekten korunuyor mu?
Paylaş