Neye bakarak tatmin olabiliyorlar?

SAVCILIĞIN üniversite sınavı için başlattığı soruşturma sürüyor.

Bir yandan da yetkililerin açıklamalardan nasıl tatmin olduklarını okuyoruz. Bu kervana en son YÖK Başkanı da katıldı.

Öyle görünüyor ki savcılık soruşturmasını bitirene kadar Ankara’daki bütün etkili ve yetkili kişiler tatmin olmuş olacak.

Öte yandan gazetelerin eğitim muhabirleri de hiç tatmin olmuşa benzemiyorlar.

Doğrusu da budur zaten. Gazeteci sorgulamaya devam etmelidir ki gerçek ortaya çıksın. Bu nedenle Ankara’daki muhabir arkadaşları kutlarım.

Radikal muhabiri Betül Kotan da ilk günden beri bu işin peşinde. Dün, ÖSYM Yürütme Kurulu üyeleri tarafından kendisine şöyle bir itirafta bulunulduğunu açıkladı: “YGS’de adaylar için dağıtılan tüm kitapçıklarda, programın eksik çalışması nedeniyle bir sorun var!”

Sorunun, sınav kitapçıklarına soruların, kartlara da yanıtların dağıtılması işini yapan programın, dışarıdan müdahale nedeniyle eksik çalışmasından kaynaklandığını böylece öğrendik.

Programın “eksik çalışmasının” yarattığı sorun, kopya iddialarına yol açan “dairesel kaydırma” kalıbının ortaya çıkması.

Kotan, programın takılı kaldığı bu kalıbın iki türlü kopyaya neden olabileceğini belirtiyor: 1- Adaylar sınav sırasında bunu fark etmiş olabilir, 2- ÖSYM’den birileri programın doğru çalışmadığını fark edip bunu dışarıya sızdırmış olabilir.

ÖSYM yetkililerinin bu durumu fark etmeleri ancak 5 Nisan akşamı mümkün olmuş. Program az sayıda kitap basılıp, test edilmediği için böyle bir sorun doğmuş.

“Tatmin olmuş yetkililerin” beklemesi gereken konu da bu bilginin sınavdan önce dışarıya sızdırılıp sızdırılmadığı ile ilgili savcılık soruşturmasının tamamlanması zaten.

Tabii bu soruşturma da KPSS soruşturması gibi aylara yayılmaz ise!

Aklına ilk geleni söylemek işe yaramaz

TÜRKİYE Barış Girişimi’nin Bilgi Üniversitesi’nde organize ettiği “Barışı Kurmak” konulu konferansta konuşan İshak Alaton, Kürt sorununun çözümü için önce Kürtlere ayrılmak isteyip, istemediklerini sormak gerektiğini söyledi.

Bunun için referandum yapılmasını önerdi.

Leyla Zana da referandumun bütün Türkiye’de yapılmasını önerdi. “Artık doğal sınırlar kalktı, sınırlar beynimizde” dedi.

“Barışı kurmak” için konferans yapıp, sonra da var olan durumu daha da gerginleştirip, çatışmayı körükleyecek bir girişimi akıl etmek ilginç bir durum doğrusu.
BBC, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in 10 yıl boyunca Kuzey İrlanda sorununda baş görüşmecisi olan Jonathan Powell’in anılarından yola çıkarak üç bölümlük bir dizi yayımladı.

“Düşmanla Konuşmak” isimli diziyi BBC’nin sitesinde bulabileceğiniz gibi Türkçe servisinin internet sitesinde Türkçe olarak da dinleyebilirsiniz.

Powell’in Kuzey İrlanda sorununun barışçı çözümü için yürüttüğü ve sonunda büyük ölçüde başarıya da ulaştığı süreç ile ilgili diziyi dinleyince öğrendiğim en önemli şey şu oldu:

Ortada böyle bir sorun varsa, çatışmayı körükleyecek ve tarafları keskinleştirecek girişimlerden de kaçınmalısınız.

Sorunları çözebilmek için konuşmak iyidir de her akla geleni ilk öneri olarak sunmanın bir yararı yoktur!

Yoktan var edilmiş bir şehir! Şehir denilirse tabii

GEÇENLERDE bir gece için Ankara’ya gittim ve Ankara Kalesi’nin surlarının dibindeki Çukurhan’ın restore edilmesiyle açılan Divan Oteli’nde kaldım.

Hemen yanındaki hanın restore edilmesiyle bir de Rahmi Koç Müzesi açılmış, görülmeye değer, Vehbi Koç’un ilk dükkânının bir benzeri de içinde yer alıyor.

Ankara’ya uzun yıllardır Kale’den bakmamıştım. Oradan bakınca Ankara’nın nasıl bir mimari facia olduğu bir kez daha görülüyor.

Manzara, bozkırın ortasında göğe doğru yükselen ve hiçbir özellikleri olmayan dev kamu binalarıyla çevrilmiş, apartmanlardan ibaret.

Koca kentte, “işte mimari değeri olan bir bina” diyebileceğiniz bina sayısı iki, hadi bilemediniz üçü geçmiyor.

TBMM binasını, Anıtkabir’i bir kenara koyarsanız üst üste konmuş kutucuklardan oluşan bir kent görüntüsü var.

Üstelik şunu da biliyoruz ki Ankara’nın bina stoku cumhuriyetten bu yana neredeyse üç kere yenilendi.

Eski binalar yıkıldı, yenisi yapıldı, onlar da yıkıldı, yenileri yapıldı. Ama ortada kocaman bir “sıfır” var!

“Yoktan var edilmiş” bir başkentimiz var ama “İşte şurası da şu dönemin mimari özelliklerini yansıtır” diyebileceğimiz kalenin içi hariç bir yer de yok.

Esenboğa’dan kente girerken, yıkılan gecekonduların yerine TOKİ’nin yaptığı dev binaları görüyorsunuz.

Belli ki dünyanın parası harcanmış ama herhangi bir mimari üslup kaygısı yok, kentin yeni imar edilen bir bölümünün diğer yerlere örnek olmasına yönelik bir çaba yok.

Ankara’da böyle hassasiyetleri olan bir belediyenin bulunmadığını biliyorum, öyle olsaydı kentin içindeki son parklar da yollara kurban edilmezdi.

Ama hiç olmazsa bundan sonrası için özellikle de kamu binalarını yaparken tek tip projelerden vazgeçmek, zor olmamalı.
Yazarın Tüm Yazıları