Paylaş
Neden katılmadıklarını biliyoruz. Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı daha çok siyasi nedenlerle sevmiyorlar ve bir arada olmak da istemiyorlar.
Kişisel bir durum yani! Ben de sevmediğim insanların olduğu yerlere gitmek istemem, gitmem de!
Ama Yargıtay ve Danıştay başkanlarının durumları benimkine benzemiyor.
Onlar kamu görevindeler ve o davet bulundukları makama geliyor, şahıslarına değil.
Başkanı oldukları kurumları temsil ediyorlar, devlet protokolünde önemli yerleri var ve o yerleri kişisel meseleleri için boş bırakmak hakkına da sahip değiller.
Yüksek yargının böyle bölünmüşlük görüntüsü içinde olması da iyi bir durum değil.
Sorunlar varsa bunlar konuşularak halledilebilir, görmezden gelerek, yok sayarak değil.
Öte yandan şöyle bir durum da var: Ankara’da neredeyse her gün böyle bir tören oluyor.
Devlet protokolünün davetli olduğu kutlamalar, yıldönümleri, devir-teslimler derken neredeyse her gün bir resmi toplantı var.
Kamu dairelerinin en başındaki insanlar günlerinin en az yarısını böyle toplantılarda geçiriyorlar, ne zaman çalışacak vakit bulabiliyorlar, doğrusu merak etmiyor da değilim.
Hiç kuşkusuz ki buna da bir çare bulmak gerek. Kim bilir belki de her dairenin başında iki kişi olmalı: Biri protokol törenlerine katılarak kurumu temsil edecek temsili başkan, diğeri oturup işini yaparak başında bulunduğu kurumun daha etkin çalışmasını sağlayacak gerçek başkan!
Öğrencilerin yeni mektup arkadaşı!
BEN ortaokuldayken “pen pal” diye bir sistem vardı. Oraya bir mektup ile adını, yaşını, adresini, nelerden hoşlandığını yazıyordun, sonra o adresler benzer nitelikteki çocuklara dağıtılıyor ve bir mektup arkadaşına sahip oluyordun.
Benim iki mektup arkadaşım vardı. Finlandiya’nın Turku kentinden Pirjo Hanpaa ve Taiwan’dan Ching Young Lee!
Yıllarca kötü İngilizcemle onlara mektup yazıp durdum, karşılıklı fotoğraflar, kartpostallar gönderdik.
Öyle görünüyor ki şimdi sistem değişmiş!
Artık her öğrencinin bir mektup arkadaşı var. Hem de adının başında Prof. Dr. unvanı olan ÖSYM Başkanlığı gibi bir de havalı titre sahip olan bir mektup arkadaşı.
ALES diye bilinen akademik personel alımı ve lisansüstü eğitim için düzenlenen sınavı da bu arkadaş yüzüne gözüne bulaştırdı.
Yine bir “sehven” hata var ve elbette hata yine başkalarına ait! Başkan bey, bu rezalet üzerine geçen sefer yaptığı gibi sınava giren adaylara bir mektup yazmış.
“Kitapçıklarınız incelenecek ve sizlerin mağdur olmaması için ÖSYM Yönetim Kurulu tarafından değerlendirilerek gereken işlem yapılacaktır” diyor.
ÖSYM Yönetim Kurulu’nun “gereken işlemleri” neden sınavdan önce düzgün yapmadığı ise gerçek bir muamma!
Aslına bakarsanız benim için muamma değil ama sözün gelişi öyle yazdım.
Bu bey bundan üniversite giriş sınavında da bir beceriksizlik yaptı ve hâlâ o koltukta oturmaya devam ediyor.
Akademik hayatında “intihal” ile suçlanıp özür dilemek zorunda kaldığı ortaya çıktı, hâlâ koltuğunda oturuyor.
ALES’teki rezalet için de istifa etmeyecek tabii ki! Ta ki velinimeti “Arkadaş sen artık bizim partiye zarar vermeye başladın, hadi sen üniversitene geri dön” diyene kadar!
Başbakan bunu şimdi yapmıyor, seçimlerden önce hatasını kabul etmiş gibi olmamak için. Ama göreceksiniz seçimden sonra yolcudur Abbas!
Telefonda ‘alo’ demek bile tehlikeli
ADALET Bakanlığı’nın başvurusu üzerine Yargıtay, bir davada tanık olarak gösterilen kişilerin de telefonlarının izlenebileceğine karar verdi.
Milliyet’teki haberi okuduktan sonra şöyle bir düşündüm: Türkiye’de artık telefonları dinlenen ve izlenen kişileri mi saymak daha kolay, yoksa dinlenmeyenleri mi saymak daha kolay?
Sanırım doğru yanıt bu karardan sonra ikincisi olmalı.
Yargıtay bu kararını Adalet Bakanlığı’nın başvurusu üzerine vermiş.
Merak ediyorum, dünyanın hangi demokratik ülkesinde vatandaşların telefonları ile ilgili dinleme ve izleme bu kadar yaygın olarak yapılıyor?
Savcılar polisin bu tür dinleme isteklerini hemen kabul ediyorlar. Mahkemeler de savcılıklardan önlerine gelen dinleme ve izleme taleplerini ince eleyip sık dokumadan kabul ettiklerini biliyoruz.
Hatta genel dinleme ve izleme izinleri verildiği bile artık bir sır değil.
Hep söylüyorum, bir kez daha söyleyeceğim: Türkiye’de yargı, elindeki kanunları uygularken ve içtihatları geliştirirken özgürlükleri genişletmek ve korumak yönünde davranmıyor.
Bu yüzden de ülkemiz insanların telefonla konuşmaktan korktukları bir yer haline geldi.
Bunun ikinci bir sonucu ise suçu takip eden güvenlik güçlerini tembelliğe sevk etmesi.
Telefon dinlemek artık Türkiye’de delil toplamanın birinci aracı haline geldi ve modern polisin kullandığı yöntemler geri plana itiliyor.
Yargıtay’ın bu hatalı kararından dönmesini dilerim ama işe yaramayacağını bilerek!
Paylaş