Paylaş
Liderlerin, görüştükleri kişiler ile bir isim üzerinde konuşmadıklarını da biliyoruz, öyle açıklanıyor çünkü.
Zaten bir isim üzerine fikir yokluyor olsalardı, Türkiye gibi bir ülkede bunun öğrenilmesi için beş dakikalık bir sürenin geçmesi bile yeterli olurdu.
Demek ki, kamuoyuna da açıkladıkları gibi seçilecek cumhurbaşkanının hangi niteliklere sahip olması gerektiği üzerine fikir alışverişi yapıyorlar.
Seçime bu kadar az bir süre kala hâlâ cumhurbaşkanının nitelikleri üzerine görüş toplamalarını izlerken de kendimi tebessüm ederken yakalıyorum!
Sanki bir bilgisayar var, liderlerin tespit ettikleri cumhurbaşkanı nitelikleri bu bilgisayara verilecek ve bilgisayarın bir isim çıkarması beklenecekmiş gibi bir politika!
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunun 10 Ağustos’ta yapılacağı yeni öğrenilmedi.
Muhalefet liderlerinin “adayın nitelikleri” üzerine fikir alışverişinde bulunmaları ve sonra tefekküre dalmaları için neden bu kadar beklediklerini de anlayabilmek zor.
Oysa çoktan bu nitelikler üzerinde bir fikir oluşturmuş ve adaylarını da bulmuş olmaları gerekirdi.
Böyle yapmış olsalardı, muazzam bir propaganda makinesi ile mücadele edecek adayın önünde seçime kadar kendisini tanıtabileceği, anlatabileceği bir süre kalmış olurdu.
Onun için bu nafile turlara bir son verip, isim düşünmeye ve bir an önce açıklamaya çalışsalar, daha doğru olur.
Erdoğan seçimi nasıl kaybedebilir?
BUGÜNÜN Türkiye’sinde en zor bulunacak şey kuşkusuz ki “üzerinde herkesin fikir birliğine varacağı bir cumhurbaşkanı adayı bulmak”!
Uzunca bir süredir, neredeyse tam ortadan ikiye bölündük, onun için böyle bir isim de bulunamaz.
Memleketin bir yarısının tercihi belli: Recep Tayyip Erdoğan’ı, o bu makamı tercih etmiyorsa Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı olarak görmek istiyorlar.
O kitleye bunun aksini kabul ettirmek de zor, o kitleyi etkileyip oy tercihlerini değiştirtecek bir aday bulmak da zor.
Memleketin diğer yarısı ise homojen bir siyasi yapı içinde değil.
CHP’lisi var, MHP’lisi var, SP’lisi var, HDP’lisi var, solcusu var, sağcısı var.
Dolayısıyla ülkedeki seçmenlerin o yarısının tercih edebileceği tek bir isim bulabilmek çok zor, bence de mümkün değil.
Bunun için ister adı “çatı aday” olsun, buna isterseniz “ortak aday” deyin, böyle bir tek isim ile Erdoğan’ın ya da Gül’ün karşısına çıkmak, seçimi ilk turda kaybetmek demektir.
Onun için bu “ortak–çatı” aday aramaktan vazgeçmek ve herkesin, başkalarına da en azından sempatik gelebilecek adaylar üzerinde yoğunlaşması doğru olur.
Çünkü seçimin ilk hedefi zaten Erdoğan’ın ilk turda seçilmesini önlemek olmalıdır.
Meydanlarda, toplantılarda kendisinden emin bir şekilde ilk turda seçimi kazanacağını söyleyen bir adayın, ilk turda seçimi kazanamaması, tartışmasız bir yenilgidir, örgütünün moralinin bozulmasına da yol açar ve iki hafta sonra yapılacak ikinci tura kalacak diğer aday için bir avantaj oluşturur.
Normal olarak iki turlu seçimlerde, ilk turda daha çok oy alan adayın seçimi kazandığı bir gerçek.
Ama Erdoğan’ın özel bir durumu var: Seveni çok seviyor, sevmeyeni adeta nefret ediyor!
İkinci tura CHP’nin adayı mı kalır, MHP’nin adayı mı kalır, eski seçimlere bakarak tahmin etmek çok zor değil.
Bu büyük olasılıkla CHP’nin adayı olacak, ancak MHP adayının da şansını küçümsememek gerekir.
Erdoğan’ın işini ikinci turda zorlaştıracak şey, bugüne kadar izlediği kamplaştırma politikasıdır.
Kendi seçmenini konsolide etmek için uyguladığı kamplaştırma politikasının bir sonucu da kendi karşıtı seçmeni de kamplaştırmış, konsolide etmiş olmasıdır.
Ve bu kez o politikanın bedelini ödemek durumunda kalabilmesi için, CHP ve MHP adaylarının daha kucaklayıcı isimlerden belirlenmiş olması da yeterlidir.
Bunu Erdoğan’ın bilmiyor olması da düşünülemez.
Adaylığını bugüne kadar açık bir şekilde ortaya koyamamış olmasının nedeni, rakiplerinin kimler olacağını görmek istemesinden kaynaklanıyor.
O isimlerden birisini kendisi için tehlikeli görürse AKP’nin adayının bir kez daha “Abdullah Bey kardeşimiz” olmasına hiç şaşırmayın!
Afganistan’daki vatandaşlarımızı kim koruyor?
AFGANİSTAN’daki intihar saldırısında iki Türk mühendis ile bir Türk işçi öldürüldü.
Gazetelerdeki haberlerden anladığımız kadarıyla çalışanları taşıyan araç sıradan bir araçmış, onları koruyan bir refakat aracı da yokmuş.
Bu Afganistan’da Türk çalışanlara karşı girişilmiş ilk eylem değil.
Daha önce de zorunlu iniş yapmaya mecbur kalan bir helikopterden kaçırılan mühendisler olmuştu ve uzun süre özgürlüklerinden yoksuk olarak, kurtarılmayı beklemişlerdi.
Afganistan’da iş yapan Türk şirketlerinde çok sayıda Türk çalışıyor.
Tekrarlanan olaylar da gösteriyor ki bu vatandaşlarımız sadece Allah’a emanet edilmiş.
Büyük devlet olmak “ben büyüğüm” diye böbürlenmekle olmaz.
Vatandaşlarını, dünyanın her yerinde korumakla olur.
Madem Türkiye, şirketlerinin ve vatandaşlarının Afganistan’da iş yapmalarını normal karşılıyor, izin veriyor, bu durumda devlete düşen görev o şirketleri ve kişileri korumaktır. Öncelikle de can güvenliklerini sağlamaktır.
Tabii şunu da söyleyebilirsiniz: Türkiye devleti, ülkedeki vatandaşlarının canlarını ne kadar koruyabiliyor ki gücü Afganistan’a da yetsin?
Haklı da olabilirsiniz bu görüşte.
Ama bu hiçbir şey yapmayıp, oradaki vatandaşlarını başkalarının insafına terk etmeyi de gerektirmez.
Paylaş