Paylaş
Hiçbir şey onu kesmiyor, sürekli bağırıp çağırmak, birilerinin ağzının payını vermek istiyor.
Son “düşman” ise Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı.
Faizleri indirmiyor diye şimdi de onunla kavga ediyor, “Sen bağımsızsan ben de bağımsızım” gibi ne anlama geldiğini kendisinin bile çözmekte zorlanacağı bir cümle bile kuruyor.
Oysa Başçı’yı bu göreve getiren de kendisinden başkası değildi.
Başçı’nın Merkez Bankası Başkanı olmasını o kadar çok istiyordu ki!
Ama Ahmet Necdet Sezer onun atamasını onaylamamıştı. Abdullah Gül cumhurbaşkanı olunca ilk icraatlarından biri onun önüne imzalaması için Başçı’nın atama kararnamesini götüren de Erdoğan’dan başkası değildi.
İki olasılık var: Ya Erdoğan doğru dürüst adam seçmesini bilmiyor, sürekli hata yapıyor ki sözlerinden anlıyoruz, kendi atadığı Başçı’dan da memnun değil.
İkinci olasılık ise kavga edecek yer arıyor, piyango bu kez Başçı’ya vurdu!
Ama bu işte küçük bir oyun da var gibi!
Çünkü TBMM’de sürekli çıkardıkları kanun torbalarından birinin içine bir küçük maddecik atsalar, Başçı’yı görevden de alabilirler, Başçı’nın görevlerini yeniden tarif edip, faizleri indirmesini de sağlayabilirler.
Ama bunu yapmıyorlar.
Yapmadıkları gibi ekonomide kötü giden her şeyi Merkez Bankası Başkanı’nın sırtına yıkmak ister gibi konuşuyorlar.
Uyanıklığın böylesine ne demeli bilmiyorum ama böylece kendi yönettikleri ekonomiye de muhalefet etme olanağı buluyorlar.
Ekonomide her şey güllük gülistanlık gidecekmiş ama ah o Merkez Bankası Başkanı yok mu!
Merkez Bankası Başkanı da ilginç bir adam tabii.
Cumhurbaşkanı bir taraftan, bazı bakanlar diğer taraftan Başçı’ya sallayıp duruyorlar ama o tınmıyor bile!
Ya bir “üst akıl” tarafından korunduğundan emin ya da ona tembih edilmiş, “Biz sana sallayıp duracağız ama sen aldırma, bildiğini yap” denilmiş!
Bize de bir ortaoyunu izlemek düşüyor bu durumda. ‘Kavuklu’suyla, ‘Pişekâr’ıyla, ‘Zurnacı’sıyla, mükemmel ve eksiksiz bir ortaoyunu!
Cumhurbaşkanı haklı!
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, AKP grup başkanvekillerini ve yönetim kurulu üyelerini sarayına davet etti ve birlikte yemek yediler.
“Tarafsızlık yemini” etmiş bir Cumhurbaşkanı’nın böyle bir yemek düzenleyip, orada da sadece belli bir partinin yöneticilerini ağırlaması ilginç tabii.
Yeminine uymayacağını zaten biliyorduk ama bu kadar gözümüzün içine içine sokmasına da gerek var mıydı, bilemiyorum.
Cumhurbaşkanı o yemekte AKP’lilere, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun açıkladığı “şeffaflık paketi” ile ilgili görüşlerini aktarmış.
Gazetelere yansıyanlara göre Davutoğlu’nun “yeni paket” dediği şeyi Erdoğan, 2010 yılında yayınladığı bir Başbakanlık genelgesiyle yerine getirmiş!
Cumhurbaşkanı, bu konunun seçimlerden önce gündeme gelmesini doğru bulmadığını da söylemiş.
“Mal bildiriminde de çok dikkatli olunmalı. Böyle giderse görev alacak il ve ilçe başkanı bulamazsınız. Bu konularda ekonomiyi dikkate alarak karar verilmeli” demiş.
Cumhurbaşkanı’nı haklı bulduğum konu da bu işte.
Ağız tadıyla “hediyeler” alamazlarsa kim siyasete girmeye talip olabilir ki?
Bizde iktidara gelmiş siyaset erbabının zenginleşmesi olmaz ise olmaz kurallardan biridir.
Eğer ellerinden bu imkân alınırsa, kim niye siyasete girsin, il başkanı, milletvekili, bakan vs. olsun?
Akıllı olalım lütfen!
Saat ödemesi ‘kara para’ mıydı?
REZA Zarrab, otellerin odalarına müşteriler kullansın diye bırakılan kâğıtlardan bir tane almış, tükenmezkalemle üzerine “Saatin parası 240 bin Euro’yu Zafer Çağlayan’dan aldım” yazmış, imzayı da basmış!
Böylece Zafer Bey’in saati kendi parasıyla aldığını kanıtlayacaklarını düşünüyor olmalılar.
Evet, bizim millet biraz saf, böyle şeylere kolayca inanabiliyor ama milletin bu dümene inanması yetmez.
Günümüz dünyasında izi en kolay sürülecek olan şey “para”dır.
Uyuşturucu baronları bile dünyanın bin yerinde değişik bankalar üzerinden onlarca işlem yapıyorlar ki paranın izi kaybolsun, ne yaptıkları anlaşılmasın diye ama yine de yakalanmaktan kurtulamıyorlar.
Şimdi bu kâğıt parçasını destekleyecek belgelere ihtiyacımız var.
Kâğıdın üzerinde 30 Ekim 2013 tarihi görülüyor.
Demek ki Çağlayan bu tarihte ya da bundan bir–iki gün önce bu parayı bankadan çekmiş olmalı. O banka ekstresini görelim önce.
Zarrab da bu tarihten bir ya da iki–üç gün sonra yeniden bankaya yatırmış olmalı, o ekstreyi de bulup önümüze koymaları zor olmamalı.
Bu para eğer bankadan çıkıp yine bir bankaya girmediyse bir tek ihtimal var:
Söz konusu olan normal yollardan kazanılmamış “kara” paradır, o nedenle banka sistemine sokulmak istenmemiştir!
Paraları ayakkabı kutularının, dev kasaların filan içinde evlerde istiflemelerinin nedeni de zaten budur.
Evlerde “sıfırlanması zor miktarda” para varsa, bilin ki meşru bir para değildir.
Bir de biliyorsunuz, 8 bin lirayı aşan ödemelerin banka üzerinden yapılması zorunluluğu var.
332 Seri No’lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği, bunu zorunlu kılıyor. Buna uymazsanız cezası da var, yüzde 5’lik özel usulsüzlük cezasını da unutmayalım.
Haydi Zafer Bey ve Reza Bey, doğru bankaya gidin ve bize bu belgelerin kopyalarını gönderin lütfen.
Paylaş