PKK ile devlet arasındaki görüşmelerin varlığını kanıtlayan bir ses kaydı internette yayımlandı.
Bu kayıt üzerine yazmak için bugünü beklememin nedeni, taraflardan birinin kaydın gerçekliğini yalanlama olasılığıydı. Bu yazıyı yazdığım saate kadar bir yalanlama yapılmamıştı. PKK ile toplantıya devlet adına MİT Müsteşarı Hakan Fidan (o tarihte Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı) ve MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş (şu anda emekli) katılmış. KCK’dan Mustafa Karasu, PKK’dan Sabri Ok ve Kongra-Gel’den Zübeyir Aydar ise karşı taraftan. Bir de görüşmeyi düzenleyen “koordinatör ülke temsilcisi” var ki sanırım bir Finlandiyalı. Bu toplantı ile ilgili değerlendirmem şöyle: 1- Devlet adına mı, hükümeti temsilen mi? MİT Müsteşarı Hakan Fidan, konuşmasının başında şöyle diyor: “Müsteşar yardımcısıyım ama Sayın Başbakanımızın özel temsilcisiyim.” Fidan, bu sözlerden sonra kendisinin sözü geçen bir “yetkili” olduğunu kanıtlamak üzere şöyle konuşuyor: “Şu an Ortadoğu’da taraf olduğu krizlerde arabuluculuk görevlerinde ekip varsa o ekibin içindeyim, şahıs varsa da şahıs olarak görev aldım.” Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, PKK ve Öcalan ile görüşmelerin “devlet tarafından yapıldığını” ısrarla vurguluyordu. Ama görüyoruz ki bu pek doğru değil! “Özel temsilcisi” bu görüşmelerin içinde ve o “özel temsilci” Abdullah Öcalan ile İmralı’da da görüştüğünü belirtiyor. Hatta görüşmeden anlıyoruz ki MİT, Öcalan ile PKK arasında bir tür “özel ulak”lık da yapmış, mektup getirip götürmüş! Özel temsilcisinin ve en güvendiği adamın bu tür temaslarının Başbakan’ın bilgisi ve emri dışında olduğunu düşünebilir misiniz? Zaten Fidan da Öcalan ile görüşmesi hakkında şunu söylüyor: “Biz de (kendisine) siyasetin ve şu anda hizmet etmekte olduğumuz siyasetçinin (yani Başbakan) ne düşünmekte olduğunu elimizden geldiğince aktarmaya çalıştık.” Fidan, “şu anda iktidardaki seçilmiş siyasetçinin psikolojisini” Öcalan’a aktardığını belirtiyor ve ondan aldığı ve toplantıda alacağı “perspektifi” de “oraya yansıtacağını” söylüyor. “Oraya” dediği yer, Başbakan olmalı. Aslına bakarsanız, normal olanı da budur zaten, Başbakan boş yere bunu gizlemeye çalışıyordu. Siyasi otoritenin talimatı ve bilgisi olmadan hiçbir devlet yetkilisi zaten bu tür bir işin içinde olmamalıdır, olamaz. Eğer olabiliyorsa bir “derin devlet” yapılanması vardır. Yoksa bunlar da AKP’nin derin devleti mi? 2- “Sayın Öcalan” meselesi MİT Müsteşarı Hakan Fidan, konuşmasında Abdullah Öcalan’dan “Sayın Öcalan” diye söz ediyor. Evet, anlaşılabilir bir durum; çünkü karşısındaki üç kişi, Öcalan’ı “önderlik” olarak tanımlıyor. Böyle bir görüşmede yer alıyor ve bundan bir sonuç bekliyorsanız karşınızdaki kişileri rahatsız etmemeli hatta rahatlatmalısınız. “Sayın Öcalan” hitabını bu durumda normal görüyorum. Anormal olanı ise Öcalan’dan böyle söz ettiği için mahkûm edilen insanların varlığı olmalı! “Devlet” böyle diyebiliyorsa, vatandaş da isterse bu tanımı kullanabilmeli, “sivil” demokrasinin gereği budur. MİT Müsteşarı Hakan Fidan, görüşmede Öcalan’ın “zihninin fevkalade çalıştığını”, “hapishanede geçen senelerin ve okumaların verdiği transforme edici güce sahip olduğunu” söylüyor. Bu ikincisinin ne demek olduğunu pek kavrayamadım ama şunu belirteyim ki ben avukatlarına yaptığı açıklamaları okuduğumda, Öcalan’ın zihninin fevkalade çalıştığını hiç düşünmemiştim! 3- Doğulu kafasıyla bu iş yürümez Hasan Cemal, İskoçya’daki “Kürt yuvarlak masasından” döndüğünde Bodrum’da karşılaştık. Kendisine şunu söylemiştim: “Bu tür görüşmeler ve temaslar İngiltere’de işe yaradı ama bizde yaramaz. Bu işlerin temeli gizliliktir. Bizde ise ne Kürtler ne de Türkler buna uyar. Bu iş önünde sonunda medyaya yansır ve her şey başa döner!” Bana hak vermişti, çünkü o da IRA-İngiltere görüşmelerinin başarısının bu gizlilik olduğunu biliyordu. İşte önemli bir görüşme internete sızdırıldı ve tarafların birbirine güveni ağır bir darbe aldı. Bu, hükümeti sıkıştırmaya yönelik bir girişim midir, yoksa PKK’nın kendi iç hesaplaşmalarının bir sonucu mudur, bilemem. Bildiğim bu sorunu konuşarak çözme konusunda ulaştığımız yerdir. Güvenin kaybedildiği yerde samimi görüşmeler olmaz, samimiyet olmaz ise bu sorunu konuşarak çözmek de mümkün olmaz.
Görüşme, medyada nasıl yankılandı?
MİT Müsteşarı’nın PKK’lı bir grup ile görüştüğü haberi gazetecilik reflekslerinin genel olarak azalmakta olduğunu düşündürttü bana. Böyle bir haberi hakkıyla verip, birinci sayfasına manşet yapan yedi gazete vardı: Milliyet, Posta, Vatan, Cumhuriyet, Sözcü, Aydınlık ve Taraf. Hürriyet, Akşam ve HaberTürk birinci sayfalarında haberi görünecek bir yerde vermişti. Sabah birinci sayfasında en altta, “Ses kaydında ‘Devlet-PKK görüştü’ iddiası” diye tek sütuna sadece başlık anonsu kullanmıştı. Akit de sadece anons kullanan gazeteydi: “PKK ile görüşme internette” başlığıyla. Radikal birinci sayfasının sol üst köşesine küçük bir başlık ve spot anons koymuştu. Zaman beklediğim gibi haberi hiç görmedi. Ne de olsa parayla satmak zorunda değiller gazetelerini! Aynı şey Bugün ve Takvim için de geçerli. Star haberi birinci sayfasına koymadı, 12. sayfasının eteğinde “bir garip ses kaydı servisi” başlığıyla verdi. Bu da ilginç tabii, garip olan ses kaydında konuşulanlar mı, bunun servis edilmesi mi? Yeni Şafak ise belli ki “göze girme yarışında önde olmak için” çabalamaya devam ediyor. Birinci sayfasında vermediği haberi 16. sayfasına çok kısa bir haber olarak ve konuşmalardan hiç söz etmeden “ses kaydında MOSSAD parmağı” başlığıyla vermişti. Bu durumda “yandaşlar liginde” birinciliği Yeni Şafak’a verdim. Böyle bir haberi manşet yapmaktan kaçınan gazetelerin de bence iyi bir özeleştiri yapmaya ihtiyaçları var.