ÖYLE anlaşılıyor ki eski ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, bu seçimlerle birlikte yeniden TBMM’ye dönecek.
Elbette bunun gerçekleşebilmesi için DP’nin barajı geçmesi, Mesut Yılmaz’ın da Rize’de seçilmesine yetecek oyu bulabilmesi gerekiyor.
Seçim kampanyaları henüz başlamadığı için kesin bir şey söyleyebilmek zor ama bugün değineceğim konu açısından DP’nin barajı geçip geçmemesinin ya da Yılmaz’ın alacağı oy miktarının önemi yok.
Mesut Yılmaz ilginç bir siyasetçi. Turgut Özal’ın ANAP’ı bırakıp cumhurbaşkanı seçilmesinden sonraki süreç içinde önce genel başkan, sonra da başbakan oldu.
Ve o tarihten itibaren 2002 seçimleriyle birlikte baraj altında kalmasına kadar geçen süre içindeki bütün seçimlerde partisinin oyunu azalttı.
ANAP, Mesut Yılmaz’ın genel başkan olmasından önceki seçimlerde (1987) yüzde 36,3 oy almıştı.
Genel başkan ve başbakan olarak girdiği ilk seçimde (1991) ANAP’ın oyu 24,01’e düştü. ANAP’ın oyları Mesut Yılmaz ile birlikte 1995’te 19,65’e, 1999’da 13,22’ye, 2002 seçimlerinde ise yüzde 5,11’e düştü.
Bu gelişim çizgisine bakarak Türk seçmeninin Mesut Yılmaz’a pek de rağbet etmediğini söylemek mümkün.
Anlamakta zorlandığım konu değişik bakanlıklarda bulunmuş, başbakanlık yapmış, yani siyasette düşündüklerini yapacak vakti olmuş ama sonunda seçim kaybederek parlamento dışında kalmış bir kişinin siyasete dönmek konusundaki ısrarı.
Siyasette yapabileceği daha ne kalmış olabilir ki yeniden milletvekili seçilmek için olmadık pazarlıklar içine giriyor?
Tony Blair’in, Jose Aznar’ın, farkları ne ki onlar seçim kaybetmeyi bile beklemeden siyasetten çekilebiliyorlar da, Yılmaz seçimle gönderildiği halde dönmeye çalışıyor?
Ve bir soru daha sorup keseyim: Yılmaz, oy kaybettiği seçimlerden sonra çekilmeyi bilse, koltuğa yapışmasaydı bugün ANAP baraj geçebilmek için kendisini feshetmek zorunda kalır mıydı?
Afişteki türban meselesi
BİR eşarp üreticisinin İstanbul sokaklarına astığı afişler üzerinden yürüyen tartışma, toplumumuzun nasıl paranoyakça bir bölünme içinde olduğunu gösteren çarpıcı bir örnek.
Ayşe Arman’ın başlattığı tartışmaya daha sonra bazı yazarlar ve elbette kaçınılmaz olarak okuyucular da katıldılar. Afişte türbanlı bir manken ve "Giyinmek güzeldir" yazısı yer alıyor.
Ve bu sloganın gerçek niyeti "türban takmayanlar çıplaktır" demekmiş! Bu yorumu yapanlar söz konusu afişi astıran firmayı "sinsi bir türban ve şeriat propagandası yürütmekle" itham ediyorlar.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi bizim ülkemizde de gazetelerde, dergilerde, reklam filmlerinde ve afişlerde kadınlara "güzel olmanındeğişik yolları" öğütleniyor.
Şu kremi kullan, bu şampuanla yıkan, bizim elbisemizle farkını göster, benim mayom bacaklarını uzun gösterir gibisinden reklamlar bunlar.
Ve bu reklamlardaki kadınların hiçbiri de tesettürlü değil.
Ama görüyoruz ki bunca reklama rağmen, inançları gereği "örtünmek isteyen kadınları kandırıp örtülerini çıkarttırmak" da mümkün olamıyor. Bu mümkün olamadığına göre "Giyinmek güzeldir" sloganlı türban reklamının, diğer kadınlara yönelik sinsi bir propaganda yapması nasıl mümkün olabiliyor?
Bir afişteki slogandan "şeriat propagandası mesajı" algılayanların tutumunun da "ülkeyi bölmenin bir başka versiyonu" olduğunu düşünüyorum.
Bu konuda da "ifrat", "tefrit"i getiriyor!
Yabancı hayranlığının bir sonucu
ÜNLÜ "aykırı reklamcı" Oliviera Toscani’nin, Mavi Jeans reklamlarını hazırlamakla görevlendirildiğini okuyunca heyecanlanmıştım.
Türkiye’nin yarattığı ve artık küreselleşmiş bir hazır giyim markasının, Toscani’nin yaratacağı rüzgár ile dünya çapında kazanımlar elde edebileceğini düşünmüştüm.
Ama hazırlanan kampanyayı gördükten sonra hayal kırıklığına uğradığımı söylemeliyim.
Toscani’nin yaptığı, blue jeanleri bir yeniçeri şapkasına dönüştürmek ve üzerine de bir nazar boncuğu kondurmak.
Belli ki Türkiye’yi dolaşırken onu en çok etkileyen iki şey bunlar olmuş.
Kim bilir belki de kafasının arkasında bir yerlerde saklanan "mamma li Turchi" ("Anneciğim Türkler" anlamına geliyor. İtalya’da çocukları korkutmak için söylenen bir söz.) efsanesi yeniçeri kılıklarını görünce kendisini dışa vurmuş.
Benzeri bir kampanyayı bir Türk reklamcı önerse, kabul edilir miydi, kuşkuluyum.
Çünkü nazar boncuğu reklamlarda o kadar çok kullanıldı ki bazı gazetelerin logolarında bile var. Aynı şekilde reklamı yapılan ürünü, asıl kullanım alanının dışında bir başka şeye dönüştürme fikri de çiğnene çiğnene sakıza dönüşmüş bulunuyor.
Sanıyorum Toscani, bizim geleneksel "yabancı hayranlığımızın" kaymağını yeme fırsatını buldu!