Mektubu veren savcı mıydı polis mi?

ERGENEKON üyesi olduğu iddiasıyla tutuklanan Soner Yalçın, Halk TV’nin yönetimine de talip olmuş. Bu girişiminin “başına çorap örülmesiyle sonuçlanacağından” da kuşkulanıyormuş. Bu amaçla CHP İletişim Koordinatörü Baki Özilhan’a bir de mektup yazmış.

Haberin Devamı

Bu bilgileri Hürriyet’te, Toygun Atilla’nın haberinden öğrendim.

Star gazetesi yazarı Şamil Tayyar, bu mektubu katıldığı bir televizyon programında okumuş.

Mektup 27 Eylül 2010 tarihini taşıyor.

Toparlayalım: Mektubu yazan Soner Yalçın. Mektup Baki Özilhan’a yazılmış. Yalçın, Özilhan’dan bazı hususları Kemal Kılıçdaroğlu’na açıklamasını istiyor! Bu mektup, nasıl oldu da Şamil Tayyar’ın eline geçti diye merak ettim.

İki olasılık var: Ya posta idaresinde bir çete var, bazı mektupları açıp kopyalıyor ve bunları kullanabilecek olanlara servis ediyor. Ki bu çok ağır bir suç!
İkinci olasılık ise mektubun bir kopyasının, polis tarafından yapılan arama sırasında Soner Yalçın’ın evrakları arasından çıkmış olması.

Bu durumda da “hazırlık soruşturmasının gizliliği”, “özel hayatın gizliliği”, “haberleşme özgürlüğü” gibi konular ile ilgili olarak suç işlenmiş demektir.

Bu suçu kim işlemiş olabilir?

Ya aramayı yapan polis ekipleri, kendilerince “ilginç” buldukları bazı belge ve evrakların kopyasını çekmiş, gazetecilere servis için bir kenara ayırmıştır.

Ya da soruşturmayı yürüten savcı, delil olarak bir işine yaramayacak ancak kamuoyunda kolayca sanıklar aleyhine çarpıtılabilecek belgeleri gazetecilere servis etmek için bir kenara ayırmıştır!

Her iki durum da yasaların açıkça ihlalidir. Hem de görmezden gelinmeyecek, aynı anda birkaç suçun birden işlenmesi anlamına gelen ağır bir ihlal!

Ve bunu yapanlar yasaları uygulamak ile yükümlü olan kişiler, polis ya da savcı sıfatını taşıyorlar, maaşlarını bizler vergilerimizle ödüyoruz ki memlekete kanun, nizam hâkim olsun!

Şamil Tayyar, hatırlayacaksınız yine aynı dava ile ilgili olarak hazırlık soruşturmasının gizliliğini ihlal ettiği için mahkûm olmuştu.

Ama ona o belgeleri veren polis ya da savcılar için bırakın davayı, soruşturma bile açılmamıştı.

Muhtemelen yine aynı şey olacak. Tayyar bu nedenle yargılanacak, belki mahkûm olacak, Başbakan buna yine çok üzülecek ama asıl failler ile ilgili hiçbir işlem yapılmayacak.

Ve sonra bizlerden, bu soruşturmanın sağlıklı ve düzgün yürütüldüğüne inanmamız beklenecek!

Hadi canım sen de!

Haberin Devamı

Başbakanını adam etmeye çalışan yazar!

Haberin Devamı

HAYIR, ben değilim. Bu başlık, Radikal’in geçen haftaki kitap ekinde Zeynep Heyzen Ateş’in yazısının başlığıydı, ben oradan aktarıyorum.

“Pi’nin Yaşamı” isimli romanıyla tanıdığımız Kanadalı yazar Yann Martel’le ilgili bir haber bu. (Pi’nin Yaşamı, İnkılap Kitabevi, Çeviren: Aylin Yengin.)
Martel, Kanada Başbakanı Stephen Harper ile Kanada Sanat Konseyi’nin bir toplantısında karşılaşıyor ve başbakanın yazarlara hiç önem vermediğini fark ediyor. Başbakan bir de “hiç roman okumadığını” söyleyince tek kişilik protestosuna başlıyor.

Martel’in protestosu o günden itibaren her pazartesi günü başbakana bir kitap yollamak şeklinde gerçekleşiyor. “Belki okur da adam olur” diyerek! Başbakandan herhangi bir özel yanıt da almıyor.

Yazar, “Kimin ne okuduğu, kitap okuyup okumadığı kendi bileceği iş. Sıradan insanların ne yaptığı beni ilgilendirmiyor, insanlara nasıl yaşayacaklarını söylemek bana düşmez ama benim üzerimde söz hakkı olan insanlar söz konusu olunca durum farklı. Onların okumalarını istiyorum, çünkü sınırlı, vasat hayalleri bir gün benim kâbuslarıma dönüşebilir” diye açıklıyor protestosunun nedenini.

Zeynep Heyzen Ateş’in yazısından öğrendiğime göre Martel ilk kitap olarak Tolstoy’un “İvan İlyiç’in Ölümü” isimli romanını göndermiş. Üzerine şöyle bir not da yazarak: “Çok meşgul olduğunuzu biliyorum Bay Harper. Hepimiz meşgulüz. Odalarında meditasyon yapan keşişler de meşgul. Yetişkin olmak böyle bir şey! Hepsi bir seçim meselesi, size önerim her gün birkaç dakikalığına da olsa okumayı seçmeniz.”

Sonra bir Agahta Christie yollamış: Roger Aykroyd’un Ölümü. Kitaba yazdığı notta şöyle diyor: “Size ikinci el kitaplar yolladığımı fark etmişsinizdir. Bunu tasarruf için yapmıyorum, anlatmaya çalıştığım bir şey var. Kullanılmış bir kitap, kullanılmış bir arabanın aksine başlangıçta sahip olduğu değerden bir şey kaybetmez.”

Shakespeare’in “Jül Sezar”ını gönderdiğinde yazdığı not da şu: “3. Perde 3. Sahne’de şair Cinna ile karşılaşacaksınız. Komplocu Cinna’yla karıştırıldığı için saldırıya uğruyor. Oysa günümüz Kanada’sında sizler şair Cinna’ya saldırıyorsunuz. Ama belki de ben yanlış anlamışımdır, siz onurlu bir adamsınız ve eminim ne yaptığınızı biliyorsunuzdur.”

Martel, 100. kitaptan sonra protestosunu geçtiğimiz günlerde durdurmuş bulunuyor.

Radikal’deki bu yazıyı okurken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “kitap okuyacak vakit bulamadığını, arkadaşlarının hazırladığı kitap özetleri ile yetindiğini” söylediğini hatırladım.

Acaba Türkiye’de bir yazar bu nedenle Başbakan’a böyle bir protesto eylemine girişseydi başına ne gelirdi?

O zehir zemberek notlarla gönderdiği kitaplar yazarın başında paralanır mıydı, paralanmaz mıydı?

Hele ilk kitap olarak “İvan İlyiç’in Ölümü”, ardından da “Roger Aykroyd’un Ölümü” gönderilince “Ne demek istiyorsun” denilerek “özel yetkili savcının” karşısına çıkartılır mıydı, çıkartılmaz mıydı?

Bir “ileri demokrasi ülkesinde” bir yazar, böyle bir protestoya cesaret edebilir miydi?

Yazarın Tüm Yazıları