Medya aracılığıyla yapılan tehdit ve şantaja boyun eğmeyin
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
GEÇEN gün "Uzan tarzı gazetecilik" ile ilgili olarak bazı endişelerimden söz etmiştim.
Bu tarzı şöyle tarif edebilirim: Hoşa gitmeyen kararlar veren bürokratları yayın yoluyla taciz etmek, peşlerine kamera takmak, "ileride lazım olur" diyerek haberleri saklamak, reklam vermeyen şirketlerin ürünlerini yalan haberlerle kötülemek, tehditle reklam almak, işlerini kolayca yürütebilmek için yayın organlarını bir tür şantaj silahı haline getirmek.
Dün bazı gazeteci arkadaşlar kendi köşelerinde bu konuya değinen yazılar yazdılar.
Demek ki uyarım etkili olmuş diye düşündüm.
Umarım, köşelerinde yazdıklarına sadık kalırlar ve mesleğimizden artık def edildiğini düşündüğüm bu eski hastalık yeniden hortlatılmaz!
Bugün konunun bir başka yönüne dikkatinizi çekmek istiyorum.
"Uzan tarzı gazetecilik" bir dönem etkili olduysa, bunda tehdit ve şantaja boyun eğmekten başka çare bulamayan ve bu hastalıkla savaşmaktan kaçınan "kurbanların" da rolü oldu.
"Kurbanlar" korkuyla sindikçe, o tarz giderek azgınlaştı ve TMSF baskınlarında ele geçirilen şantaj dosyaları kabardı, sayıları arttı.
Bugün bu köşede bu tür "medya şantajına" muhatap olacak olan resmi ve özel kurumların yöneticilerine bir çağrı yapmak istiyorum.
Böyle bir tehditle karşılaşınca korkup, sinmeyin.
Bu davranışı kamuoyunda teşhir etmekten, saldırganı kendi silahıyla vurmaktan çekinmeyin.
Bu tür olaylarla karşılaşan herkese bu köşenin açık olduğunu belirtmek istiyorum.
Şantajcı ile mücadelelerindeyalnız kalmayacaklarını bilsinler ve biz gazetecilere, bu tür eğilimler taşıyan meslektaşlarımızı bu piyasadan silme olanağını versinler.
Ve şunu da söylemeliyim ki elbette bu mesleğin temiz kalması için en büyük görev biz gazetecilere düşüyor.
Şantaja alet olmayı reddedin.
"İşimi kaybederim" korkusuyla zamanında bu şantaj makinesinin bir dişlisi olmak zorunda kalanların eninde sonunda o korktukları duruma düşeceklerini örnekleriyle gördük, yaşıyoruz.
Yağmurlu havalarda farlarınızı yakın
PAZARTESİ sabahı TEM yolunu kullanarak gazeteye gelirken dikkatimi bir şey çekti.Küçük otomobillerin dörtte üçünden fazlası farlarını yakmışlardı. Kamyon ve otobüs gibi ağır vasıtaların ise neredeyse tümü farlarını yakmadan seyrediyorlardı.
Polis araçlarına dikkat ettim, onların arasında da farlarını yakmamış olanlar vardı.
Karayolları Trafik Kanunu’nun 64. maddesi "Araçların Işıklandırılması" faslında "zorunluluklar" başlığı altında şöyle diyor:
"Gündüzleri ise görüşü azaltan sis, yağışlı ve benzeri havalarda ışıkların yakılması!"
Aksine davrananlara da bu yıl için 101 YTL para cezası öngörülüyor.
O gün sabah benim yolda olduğum saatte İstanbul’da trafikte görüşü azaltan şiddetli bir yağmur vardı.
Bunun ötesinde otoyolda seyreden otomobillerin havaya kaldırdığı çamurlu bir su bulutu da görüşü oldukça engelliyordu.
Böyle havalarda farları yakmak, sizin görüşünüzü değiştirmese bile, trafikte seyreden öteki araçların sizi kolaylıkla fark etmelerini sağlıyor.
Zaten kanuna bu hükmün konmasının nedeni de bu.
Kolayca fark edileceksiniz ki kazaların önüne geçilebilecek.
Bu kurallara uymayan sürücüleri uyarıp, gerekirse ceza yazarak uygulanmasını sağlamak trafik polisinin görevidir.
Hep söylediğimiz gibi kanun yapmakla iş bitmiyor.
Çıkan kanunu, hiç kimseye ayrıcalık tanımadan uygulayacak görevliler de şart.
Sokakta dolaşmaları bile tehlikeli!
HÜRRİYET’in ortaya çıkardığı jet skili fotoğraflarıyla yeniden gündeme gelen Cüppeli Ahmet Hoca, Aktüel’e verdiği demeçte şöyle diyor: "Kızlar yedi yaşını geçti mi kendimizi sakınıyoruz. El bile öptürmüyoruz. Şimdi 11-12 yaşındaki kızımı bile öpmüyorum."
Cüppeli’nin bu sözlerini okurken şöyle düşündüm: Bu adamların sokaklarda serbestçe dolaşması gerçek bir tehlike!
Çünkü Cüppeli Ahmet Hoca, aynı röportajda şunu da söylüyor: "Şehvetle bakmak, halvet haramdır."
11-12 yaşındaki öz kızını bile haram olacağı korkusuyla öpmemek, 7 yaşındaki kızlardan sakınmak hatta el bile öptürmemek nasıl bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuzu açıkça ortaya koyuyor.
Bu nasıl bir din anlayışıdır ki küçücük kız çocuklarından bile sakınmak gerekiyor?
Bu nasıl bir iman ki küçücük bir kız çocuğuna elinizi öptürdüğünüzde zedelenebiliyor, abdestinizi bozuyor?
Kişinin kendini bilmesinin en büyük "irfan" olacağını anlatan sözü hatırlayınca "Kız çocuklarından sakınarak belki de doğru yapıyorlar" diye düşündüm.