Mahalle baskısının Gazze versiyonu!

BAŞKALARININ sorunları için üzülüp dertlenen ve onlar için bir şeyler yapmaya çalışan insanlara her zaman büyük bir saygı duymuşumdur.

Gazze’deki katliamların ardından Gazze’deki çocukların acılarını yüreklerinde hissedip bir şeyler yapmak için çırpınan insanlara da aynı şekilde saygı duyuyorum.

Ancak şöyle bir sorun var ki, o toplanan yardımların onda birinin bile o çocuklara ulaşacağından endişeliyim.

Çünkü bugüne kadar Filistin halkı için yapılan yardımlar yerine ulaşmış olsaydı, bugün Filistin’de herkes sıcak suları düzenli akan, normal evlerde yaşıyor olurdu.

Sadece rahmetli Yaser Arafat’ın dul eşinin Fransa’daki milyoner hayatına bakarak, yardımların nereye gittiğini görmek de mümkündür.

Yolu bir şekilde Filistin yönetimindeki yüksek mevkilere düşmüş olanların yakınlarının Amerika ve Avrupa’daki rahat yaşamları başka neyle açıklanabilir?

Onun için son televizyon kampanyasıyla toplanan yardımın, doğrudan yerine ulaştırılmasının bir yolunun bulunması gerektiğine inanıyorum.

Aksi takdirde o paraların küçük bir bölümü Filistinli çocuklara, büyük bir bölümü ise Filistinli siyaset ağalarının cebine gidecektir.

Bu işte de yeni Mercümekler ve Deniz Fenerleri yaratmamak için, yardımları organize edenler çok dikkatli olmalıdır.

Bir de işin "mahalle baskısı" yönü var elbette.

Öyle bir hava yaratıldı ki bu tür kampanyalara destek vermemek, İsrail yandaşlığı haline getirildi.

Filistinli çocuklar için ellerini bonkörce ceplerine atanların, sokaklarımızdaki kimsesiz çocukları göremiyor olmalarının nedeni budur.

Memleketin delikanlılarına bir tavsiye

FRANSA Devlet Başkanı Sarkozy ile Carla Bruni’nin tanıştıkları ilk gece, yemek masasında nelerin cereyan ettiğini dün gazetelerde okudum.

Meğerse çifti tanıştıran, Mitterrand’ın reklamcısı Seguela’dan başkası değilmiş!

Demek ki iktidara yakın olmak için görüşlerini sıkça değiştirenler yalnızca bizim memleketimizden çıkmıyormuş!

Bunu öğrendiğime sevindim.

Sarkozy, Carla’ya o ilk gece görüşmelerinde şöyle demiş: "İddiaya girerim, şu anda herkesin önünde beni dudaklarımdan öpecek cesarete sahip değilsin!"

Bu bilinen en eski "Kızılderili numaralarından" biridir. Düşmanın dikkatini başka yöne çekmek için gözüne kum atmak gibi bir şey yani!

Ve işe de yarar ki, yaradığı da şu anda mutlu bir çiftin medyanın baş tacı olmasından belli.

Şimdi bu haberleri okuyup heyecanlanacak memleket gençlerini uyarmak isterim: Bu numara herkese sökmez!

Bu numaradan sonuç alabilmek için ya cebinizde kuvvetli bir hesap cüzdanı olmalı ya da Sarkozy gibi iktidar sahibi olmalısınız.

Kadınlar, ne yazık ki, önce bunlara bakarlar!

Çünkü onlar iki çıplağın ancak bir hamama yakışabileceğini en iyi bilenlerdir.

Bunu söylerken elbette Carla-Sarkozy aşkını küçümsemiyorum.

Ama aynı yemekte Carla’ya bunu ben söyleyecek olsaydım başıma nelerin geleceği belliydi: Kafama çantayı yemek ya da üzerime bir bardak şarabın boca edilmesi!

Sonuç olarak şunu söylemeliyim:

Bu "Sevgililer Günü"nde tek başına kalıp da gazetelerdeki bu haberlerden "taktik kapmak isteyen" memleket evlatları dikkatli olsunlar!

Bu tür yöntemler ya Barcelona gibi filmlerde, ya da Champs Elysee gibi saraylarda işe yarar.

Siz en iyisi kibarlıktan vazgeçmeyin, cebinizde Bilal Bey’den alacağınız bir "tek taş" bulundurmaya da gayret edin!

DSP liderinin büyük siyasi manevrası!

DEMOKRATİK Sol Parti Genel Başkanı Zeki Sezer, partisinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayını açıkladı: Ahmet Vefik Alp. Ahmet Vefik Alp, ilginç bir siyasi kişilik.

Deyim yerindeyse "profesyonel belediye başkanı adayı" bile diyebiliriz onun için.

Ne kadar zamandır hatırlamıyorum ama yıllardır İstanbul ile ilgili değişik fikirlerini e-posta yoluyla bana da gönderir.

Ahmet Vefik Alp, daha önce İstanbul halkının karşısına tam üç kere çıktı!

İki kez MHP adayı olarak, bir kez de DYP adayı olarak!

Üç seferinde de İstanbul halkı ona oy vermedi.

Şimdi karşımıza DSP adayı olarak çıkıyor. Ahmet Bey açısından sorun yok tabii. Dediğim gibi kendisi "profesyonel aday" sayılır.

Peki, DSP’ye ne demeli bilmiyorum.

Koca partide aday gösterilecek bir tane bile "demokratik solcu" yok muydu ki üç kere sağ partilerin adayı olmuş, seçilememiş bir kişiden medet umuluyor?

Allah akıl versin diyeceğim, ama belli ki Allah bu konuda DSP yönetimi için çok hasis davranıyor!

Elbette bu adaylığın benim anlayamadığım bir manası da olabilir.

Belki de DSP, bu hareketiyle aslında Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemeyi amaçlıyor!

Kendisine "solcuyum" diyenler Alp’e oy vermeyeceğine göre oylar Kılıçdaroğlu’nda toplanacak demektir! Ama yine de sormak istiyorum: Amaç bu ise, bu kadar dolambaçlı yollara sapmaya ne gerek vardı? Aday göstermemek daha pratik olmaz mıydı?
Yazarın Tüm Yazıları