Paylaş
İddiaya göre TBMM Başkanı için satın alınan araç Mercedes’in Maybach modeli.
Kahraman da bu iddiaya şu yanıtı verdi:
“Başbakanlığın verdiği bu tip makam araçları vardır. Böyle bir fiyat çok uçuk. Öyle bir fiyatı yok. Bu hususta açıklama gelecek. Gündem değiştirmek gibi bir haber olarak görüyorum. Rutin hadiseler bunlar.”
Evet, bizde kamu yöneticilerinin pahalı makam araçları kullanması “rutin bir durum” sayılabilir.
Sanırım bunun nedeni ne kadar önemli insan olduklarını, makam otomobilleri aracılığıyla herkese bir kez daha kanıtlamak ihtiyacı.
Yanlış anlaşılmasın, devletin önemli yöneticileri Murat 124’e binsin demek istemiyorum ama devlet yöneticilerinin Mercedes ve Audi tutkusunun da abartıldığı çok açık.
Otomobiller konusunda bilgili bir arkadaşıma sordum, normal donanımlı bir Maybach’ın fiyatı 1.5 milyon lira civarında.
Ama araç fabrikadan zırhlı olarak satın alınmaya kalkıldığında iş değişiyor.
Zırhlı bir Maybach 1.5 milyon Euro civarında bir fiyata satılıyor ki bu da bizim paramızla 6 milyon lira gibi bir ödeme demek.
Bizim gibi terör tehdidi altındaki bir ülkede TBMM Başkanı’nın zırhlı bir makam aracı kullanmasında da şaşılacak bir şey yok.
Başkan, “Yakında bununla ilgili açıklama yaparız” dediğine göre, gerçek rakamı da öğreneceğiz demektir.
Tartışmamız gereken konu, bir tek araca ödenen böyle bir rakamın yüksekliğinden daha çok kamu kesimine hâkim olan lüks araç tutkusu olmalı.
Devletin garajında bu nedenle trilyonlarca lira öylece yatıyor.
Bu israfı önlemek için de sık sık Başbakanlık genelgeleri yayınlanıyor ama en başta bu genelgelere uymayanlar en tepedekiler oluyor.
BÖYLE BİR KİTAP BASILMAMALIYDI
İÇİŞLERİ Bakanlığı Araştırma ve Etütler Merkezi bir kitapçık yayınladı. Kitabın adı şöyle: “Bir Terör Örgütünün Bitmeyen Senaryosu – Nuriye Gülmen ve Semih Özakça Gerçeği”.
Türkçe ve İngilizce olarak basılan 56 sayfalık bu kitapçık, KHK ile atıldıkları işlerine dönebilmek için yaklaşık 4 aydır açlık grevi yapan Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’nın, DHKP–C isimli terör örgütüyle ilişkili olduklarını kanıtlamayı amaçlıyor.
Bakanlık, söz konusu terör örgütünün algı oyunlarıyla, kanlı eylemlerinin üstünü örtmeye çalıştığı kanısında.
Gülmen ve Özakça’nın açlık grevi eylemlerini de bu amaçla sürdürdüğü ve kamuoyunda bir algı operasyonu yaptıkları kitapçığın anafikri.
Bu kitapçık, söz konusu eylemin ardındaki gerçekleri ortaya koymayı hedefleyen herhangi bir insan tarafından yazılmış olsaydı, yazan ile ilgili bireysel hukuki sonuçlar doğurabilecek nitelikte olmakla birlikte normal karşılanabilirdi.
Ama kitap, İçişleri Bakanlığı’nın bir dairesi tarafından yazılıp yayınlanmış.
Normal olarak bu eylem ve eylemcilerle ilgili olarak bu tür ciddi bir kanıta sahip olan İçişleri Bakanlığı’nın bunu bir propaganda broşürü gibi yayınlamak yerine, elindeki dosyayı savcılığa teslim etmesini beklemek gerekirdi.
Savcılık bu dosyayı inceler, delilleri ciddi bulursa dava açar, mahkeme de delilleri inceleyip savunmaları dinledikten sonra kararını verirdi.
Mahkeme kararını verene kadar da İçişleri Bakanlığı’nın böyle bir kitapçık yayınlaması söz konusu olamazdı.
Çünkü artık hepimiz biliyoruz ki aksi mahkemede kanıtlanana kadar herkes suçsuzdur.
Bir mahkeme kararı olmadan, devletin bir kurumunun, üstelik bu suçun delillerini bulup mahkemeye ulaştırmak gibi görevi olan bir kurumun, broşürlerden medet umması doğrusunu isterseniz, onaylanabilir bir tutum değil.
Unutmayalım ki “Adalet mülkün temelidir” ve bu temeli sarsacak her tutum, öncelikle korunmaya çalışılan devlete zarar verir.
ÜNİVERSİTEDE ZAMANIN RUHU
MARMARA Üniversitesi’nde görevli Dr. Mert Mercan, baypas ameliyatlarında ana damarların yerine kullanılan damarın, tekrar tıkanma ve kalp krizine neden olmaması için koldan alınmasının daha doğru olacağını araştırdı ve bununla ilgili bir makale yazdı.
Makale, yayınlanması için üniversitenin hakemli dergisine yollandı.
Ve makalenin “uygunsuz içerik” nedeniyle yayınlanamayacağı yanıtını aldı.
Dr. Mercan, bunun üzerine Tıp Fakültesi Dekanı ile görüştü.
Mercan’ın anlattığına göre Dekan’ın kendisine verdiği yanıt şöyle:
“Hocam makalenizi özel bir dergide yayınlayalım ama burada yayınlayamayız. Evrim Teorisi ve evrimsel argüman çok fazla kullanılmış. Şimdi bunu yayınlarsak böyle bir dönemde sıkıntı yaşarız.”
Dün bu köşede, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üniversitede her türlü görüşün, şiddeti teşvik etmediği sürece serbestçe ifade edilmesi gerektiğine ilişkin sözlerini yayınlamıştım.
Bu durumda Cumhurbaşkanı “Ben ne söylüyorum, tamburam ne çalıyor” demek durumunda kalacak gibi geldi bana.
Demek ki “zamanın ruhu”, üniversitelerde artık böyle yaşanıyor.
“Sıkıntı yaratabilecek görüşler”, bilimsel çerçeve içinde de olsalar üniversitede kabul görmüyor.
Evrim Teorisi’ne bilimsel olarak katılmak ne kadar normalse, bilimsel nedenlerle karşı çıkmak da o kadar normal.
Bilimsel tartışmalar böyle ilerler.
Ama “sıkıntı yaratmak” herhalde bir bilimsel çalışmanın reddine gerekçe olmamalıdır.
Burada bir üniversiteden söz ediyoruz, mahalle kahvesinden değil.
Paylaş