Paylaş
Çünkü başkasına kızsa böyle konuşmazdı. Adamı doğduğuna pişman eder, Kasımpaşa argosuyla da süslenmiş cümleler kurar, öfkesinin önündeki bentler birer birer yıkılırdı.
Sonra fark ettim ki berberine kızmamış.
Zeytinburnu’nda yükselen ve İstanbul’un tarihi yarımadasının siluetini bozan “rezidans kuleleri” ile ilgili bir küslük yaşanmış. Başbakan “dikey yapıyı” beğenmiyormuş, bu kuleler de “ecdadımızın yarattığı eserlerin siluetini” bozuyormuş. Kulelerin sahibine “Bunları üstünden tıraşla” demiş, bu yapılmayınca da “Küstüm boz” yapmış, beş yıldır da Allah sizi inandırsın o insanla bir tek kelime etmemiş!
Cezanın büyüklüğüne bakar mısınız?
İnşaatların sahibi “Bunlar ruhsata uygun, bitmiş binayı nasıl tıraşlıyayım” diye soruyor, çaresizce ama iş işten geçmiş artık, Başbakan küstü bir kere! Oysa bir alaburs tıraş yeterdi, kimse sinekkaydı istememiş çünkü!
Tabii Başbakan neden inşaatını ruhsata uyarak yapana küsmüş de, ruhsatı verene küsmemiş, orası anlaşılamıyor.
“İstanbul’da ve Ankara’da şehir dokusuna uymayan yapılaşmalar var” diyor ama ne Kadir Bey’e, ne Melih Bey’e sesi çıkmıyor.
Oysa Kadir Bey, Ortaköy’deki garibanları güneşten, yağmurdan koruyan tenteleri bile bir gece yarısı yerle bir etmişti. Hiç unutmam, Kemerburgaz’da bir özel okulu da bir gecede tuzla buz etmişti de çocuklar sokakta kalmıştı.
Belli ki Başbakan ile Kadir Bey bazılarına “daha eşit” davranmaya eğilimli.
Kimine “küsüyorlar”, kimini işten attırıyorlar.
Kiminin binasına yaşlı gözlerle bakıyorlar, kiminin tentesini, okulunu başına yıkıyorlar.
Tipik bir durum, onlar da tıpkı kendilerinden öncekiler gibi sadece zenginleri seviyorlar, fakirlerden hoşlanmıyorlar.
Güçleri kimine yetiyor, canından bezdiriyorlar, kimine yetmiyor sadece küsüp geçiyorlar.
‘Bir onlardan, bir bunlardan atalım’ partisi
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “CHP tabanının çoğunluğu barış sürecini destekliyor” diyen milletvekili Gülseren Onanç’ın istifasını istemiş.
Onanç’a, “Olmuyor Sayın Onanç. Açıklamalarınızla bizi zor durumda bırakıyorsunuz. Genel Başkan Yardımcılığı görevinden ayrılmanızı istiyorum” deyince Onanç da istifa etmiş.
CHP Genel Başkanı hızını alamamış, CHP Uşak Milletvekili Dilek Yılmaz Akagün’ü de disiplin kuruluna sevk etmiş.
Sebebi, barış sürecini destekleyen Sezgin Tanrıkulu için “CIA ajanı” demesi imiş.
CHP Genel Başkanı’na bir sır vereyim, aramızda kalsın, kimseler duymasın, Gülseren Hanım doğru söylüyor.
CHP’nin tabanı da tıpkı CHP’nin üst yönetimi gibi bölünmüş durumda.
İki ana çizgi tepede olduğu gibi tabanda da çelişiyor.
“MHP’linin mürekkep yalamışı” diye tanımlayabileceğimiz ulusalcı çizgi ile “ortanın solu” hareketinin sosyal demokrasiye evrilmişlerinin oluşturdukları çizgi, tabanda da çelişiyor, tavanda da.
Her kafadan bir sesin çıktığı görüntü ise ne yazık ki parti içi demokrasi ile karıştırılıyor.
Kemal Bey belli ki bir denge politikası gütmeye çalışıyor ama “bir onlardan, bir bunlardan” diyerek parti yönetilmez, o partiden hayır gelmez.
CHP’nin bir program kurultayı toplaması, yeni programı beğenmeyen kanadın da pılıyı pırtıyı toplayıp partiden ayrılması en hayırlısı olur, ben söylemiş olayım.
Ve şu barış süreci meselesini de yeniden ve cidden düşünmelerini öneririm.
Sadece CHP tabanında değil, bütün ülkeye yayılmış “PKK terörü bitsin” havasını iyi değerlendirmeliler.
PKK’nın silahlı ya da silahsız olarak sınır dışına çıkması genel bir kabul görüyor, bu rüzgârı AKP’ye kaptırmasınlar.
Nasıl olsa son hesap Anayasa değişikliği sırasında görülecek. PKK ile pazarlıkların hangi noktada olduğunu o vakit göreceğiz.
O gün ayakta sağlam olmak için bugün toplumsal zeminin dışında kalmamak gerekir.
El âlem ne der sonra?
FETHULLAH Gülen hareketinin legal kuruluşlarından birisi olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV), Türkiye’de basın özgürlüğü meseleleri üzerine bir açıklama yaptı.
Açıklamadaki hemen her hususa katılmamak mümkün değil. Hep söyleyegeldiğimiz şeyler, bir kez daha tekrarlanıyor. Elbette tekrarda fayda da var, belki çok tekrarlanarak kalın kafaların bunu algılaması mümkün olabilir.
GYV açıklamasında şöyle bir bölüm var:
“Son yıllarda Türkiye’nin gerçekleştirdiği demokratikleşme çabalarının basın özgürlüğüyle bağdaşmayan gelişmelerle gölgelenmesi, uluslararası arenada Türkiye’nin imajını zedelemektedir”.
Evet, bizim memleketimizde böyle bir “el âlem ne der” kompleksi mevcuttur.
Mahallede, sokakta başlar, uluslararası ilişkilere kadar her alanda karşımıza çıkar.
Nitekim GYV de kendisini bundan kurtaramamış, “uluslararası arenada Türkiye’nin imajı” meselesinin altını özellikle çiziyor.
Oysa önce dertlenmemiz gereken yer bu sınırların içindeki insanların ne diyeceği olmalıdır.
Yurtdışındaki imajımızdan önce, kendi vatandaşlarımızın bazı hakları kullanamıyor olmalarından utanarak işe başlamak, demokrasi kültürünün de içselleştirilmesine yardım eder.
Paylaş