FATİH’teki İsmailağa Camii’nde İmam Bayram Ali Öztürk’ün katilinin linç edilmesi ile ilgili dava sonuçlandı.
Mahkeme linç olayını başlatan zanlıyı "kasten adam öldürmek" suçundan önce müebbet hapse mahkûm etti. Daha sonra bu cezayı "öldürmeye yardım ettiği" gerekçesiyle 10 yıl hapse indirdi. Ardından bu suçu "haksız bir fiilin meydana getirdiği şiddetli eylemin etkisiyle işlediğini dikkate alarak" cezayı 5 yıla indirdi. Ve sonunda da sanığın duruşmalardaki iyi halini gözeterek müebbet ile başlayan cezayı 4 yıl 2 ay hapis cezasına kadar indirdi.
Elbette yargıçların bu kararlarını verirken kanunlara göre hareket ettiklerini, keyfi davranmadıklarını, yaptıkları indirimlerin hukuki gerekçeleri bulunduğunu kabul ediyorum.
Ama yine de "iyi halden indirim" faslına bir türlü aklım ermiyor.
Sadece bu özel olayla ilgili olarak yazmıyorum bunu.
Adam elinde silah insanları öldürüyor, sonra duruşmada kravat taktı, süklüm püklüm oturdu, gürültü çıkarmadı diye cezasında indirim alıyor.
Bu "iyi halin" kurbanlar ve yakınları için ne anlam ifade edebileceğini anlayabilmek zor değil.
Bunun toplum vicdanını rahatsız eden, adalet duygusunu zedeleyen bir indirim olduğunu düşünüyorum.
Hukukçuların bu konuyu iyice bir tartışmalarında yarar var.
Dostlar soruşturmada görsün!
HRANT Dink’in katil zanlısını duruşmaya getiren resmi aracın üzerindeki "Ya sev, ya terk et" yazılı çıkartma için hem Adalet Bakanlığı hem de Kocaeli Savcılığı adli ve idari soruşturma başlattı.
Hep söylerim, bu tür soruşturmalardan, ne alanın ne de verenin önemsemediği "kınama" cezalarından başka bir şey çıkmaz.
Hatta hiçbir şey çıkmaması da kuvvetli bir olasılıktır.
Zaten kamu yöneticilerimizde bu tür bir hassasiyet olmuş olsaydı, o zanlının aynı şoförle cezaevine geri gönderilmesi bile söz konusu olmazdı. Daha duruşma bitmeden, araçta öyle bir çıkartmanın olduğunu Bağdat’taki sağır sultan bile duymuştu!
Çünkü devlet kademelerimizde yıllardır süren bir kadrolaşmanın doğal uzantısı olarak bu tür görüşleri paylaşanların, bu tür görüşlerin ateşli savunucularının sayıları da hiç az değildir.
Sorun en temelinde kendi görüşünden başka fikirlerin de bu toplumda yaşayabilmesine, var olabilmesine tahammülsüzlüktür.
Demokrasi fikrinin yeterince içselleştirilmemiş olmasından kaynaklanan bir durum.
Hrant Dink’in öldürülmesinin nedeni de budur, katilinin böyle bir araç ile duruşmaya getirilmesindeki neden de budur.
Başbakan’ın, Bekir Coşkun’a söylediği "Cumhurbaşkanı’nı beğenmiyorsan çek, git" sözleri de böyle bir düşünce ikliminin sonucudur.
Onun için ne araçtaki o çıkartmaya şaşırdım, ne de soruşturmadan hiçbir sonuç çıkmamasına şaşıracağım.
Birey mi, devlet mi?
"SİVİL Anayasa" tartışmaları başladığından bu yana en anlamlı sözü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt söyledi.
Orgeneral Büyükanıt, Türkiye’de bazı çevrelerde devleti budayarak, bireyi yüceltmek gibi bir eğilimin ortaya çıktığını söyledi ve "Tabii ki birey çok önemlidir, ancak bireyi yüceltirken devleti yıpratmak ne kadar demokratik ve akılcıdır" dedi.
Bir anayasayı "sivil" ya da (hadi askeri demeyelim) "anti sivil" yapan en önemli fark da burada yatar zaten.
Yoksa aradaki farkı yaratan şey, o anayasayı kimin hazırladığı değildir.
Askerlerin gözetiminde hazırlanan bir anayasa sivil olabilir (bakınız 1961 Anayasası), buna karşılık sivillerin hazırladığı bir anayasa da gerçekten sivil olmayabilir.
Bir anayasayı gerçekten sivil yapan unsur, o anayasanın vatandaşları, devlet karşısında nasıl konumladığı ile ilgilidir.
Bireysel hak ve özgürlüklerin keyfi şekilde sınırlandırılabilmesine olanak vermeyen, bireyi devlet karşısında güçlü kılan anayasaya "sivil anayasa" denilir.
ABD Anayasası’nı hazırlayanların aylarca tartıştıkları konunun "Vatandaşların hakları mı vardır, ödevleri mi vardır" olmasının nedeni de budur.
Ve bu nedenle AKP’nin anayasa taslağına, "sivil anayasa taslağı" diyemiyorum.