YAPI Kredi Bankası’na ait Yeniköy ve Bağlarbaşı’ndaki iki korunun satışa çıkarılmasından sonra yazdığım bir yazıda, koruların İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından satın alınarak, halkın kullanımına açılmasını önermiştim.
Düşüncem, bu korulara dünyanın parasını vererek satın alacakların, bu parayı çıkarmak için korularda bir yolunu bulup inşaatlar yapmasını ve İstanbul’un son korularının da tahrip olmasını önlemekti.
"Validebağ Korusu gönüllüsü" olduğunu söyleyen bir okuyucumdan aldığım e-posta, bu düşüncemin işe yaramayabileceğini anlatıyor.
Okuyucumun mektubundan bir bölüm aktarıyorum:
"Belediye bu koruları alırsa hemen girişeceği birkaç masum gözüken ’iş’ sayabilirim: Yolları çamur, yol yapacağız. Geceleri karanlık oluyor, fuhuş yapılıyor, aydınlatma yapacağız. İnsanların yürüyecek yolları yok, yol yapacağız. Yorulan insanların oturacakları 2 tane bank yok, bank yapacağız. Oturan insanlar 1 bardak çay bile içemiyorlar, çay bahçesi yapacağız. E, bu insanlar haliyle acıkıyorlar, büfe yapacağız. Çay içen insanlar doğal ihtiyaçlarını giderecekler, tuvalet yapacağız vs. vs. Bunlar saymakla bitmez. Biz bunları Validebağ Korusu’nda yıllardır yaşadık, yaşıyoruz. Tamamen yasadışı olarak koruya adım atan İzci Evi, seneler içinde giderek genişledi ve tam bir kebapçıya dönüştü. Birilerine oldukça kár getirdiğini söylememe gerek yok sanırım."
Okuyucumun söylediklerine ne yazık ki itiraz edemiyorum.
Kamu görevlileri halktan kaçmamalı
VAN’ın bir köyünde yaşayan silah zoruyla tecavüz kurbanı S.A.’nın öldürülmekten korktuğu için sığındığı Özalp Savcılığı’nın, genç kadını "Sakın öldürmeyin" tembihiyle ailesine teslim ettiği ile ilgili haberi okurken kanımın donduğunu söylemeliyim.
İki nedeni var bunun:
Birincisi, benzer bir olayda küçücük bir kızın ağabeyi tarafından öldürüldüğünü anlatan haberlerin mürekkebi bile kurumamıştı bu olay gerçekleştiğinde.
Savcılığın nasıl bir garantiye güvenerek S.A.’yı ailesine teslim ettiğini hálá anlayabilmiş değilim.
İkincisi, tecavüzcünün, 16 yaşındaki kızını "barışmak için" S.A.’nın kocasına vermesi ve o adamın da bunu kabul etmiş olmasıydı.
Bunun da nasıl bir sapıklık olduğunu anlayabilmiş değilim.
Ben dikkatinizi bu olayda, kamu görevlilerinin tutumlarına çekmek istiyorum.
Olayı haber alan Van Kadın Derneği’nden bir yetkilinin, duruma el koyması için Van Valisi’ne ulaşma çabasının nasıl sonuçlandığını da dün Hürriyet’te okuduk.
Dernek yetkilisi, bütün çabalarına rağmen valiye ulaşamayınca çareyi Habertürk televizyonunda töre cinayetleri ile ilgili bir belgesel hazırlayan Fatih Çekirge’ye başvurmakta bulmuş.
Çekirge, televizyondan çağrı yapınca vali harekete geçmiş ve tecavüze uğrayan kadın ile "ödeşmek için" kadının kocasına verilen küçük kız kurtarılmış.
Kamu görevlileri, bulundukları makamlarda halka hizmet için oturuyorlar.
Maaşlarını vergilerimizle ödüyoruz.
Onlardan halkın her türlü derdine koşmalarını beklemek hakkımız.
Kendisini ısrarla arayan bir vatandaşın telefonuna çıkmayan, kendisi işlerinin yoğunluğu nedeniyle buna fırsat bulamıyorsa bir yardımcısına yönlendirme gereğini bile duymayan bir kamu görevlisi için ilgili bakanlığın nasıl bir işlem yapacağını merakla bekliyorum.
Hatırladıkça yüzümü kızartan bir anı
12 Eylül sonrası ile ilgili bir Bülent Ecevit anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Siyaset yasakları henüz kaldırılmamıştı. Uçakla Ankara’dan İstanbul’a gidiyordum. Rahşan Hanım ve Bülent Bey’in en arkadaki ikili koltukta oturduklarını uçak İstanbul’a indiğinde fark ettim.
12 Eylül öncesindeki seçimlerde ve Anadolu gezilerinde CHP’yi ve Ecevit’i izleyen, yaşı çok küçük kıdemsiz bir muhabirdim.
Bu nedenle beni hatırlayabileceğine hiç ihtimal vermemiştim.
Diğer yolcularla birlikte ön kapıdan indim. Ecevitler uçağın arka merdivenlerinden inip, benden önce terminale doğru ilerlediler. Ve tam o anda nasıl olduğunu hatırlamadığım bir şekilde göz göze geldik.
Elindeki çantayı yere bırakıp yanıma kadar gelerek elimi sıktı, hatırımı sordu.
O anda hissettiğim tek şey büyük bir utançtı.
Ondan çok daha genç bir insan olarak yapmam gereken bir şeyi yapmamış olmaktan duyduğum bir utançtı bu.
Yıllar sonra DSP’nin kuruluşu sırasındaki bir toplantıda karşılaştığımızda o günü hatırlatıp, yanına gelmeye çekindiğim için özür diledim kendisinden.
Her zamanki kibarlığı ile "Korktuğunuz için gelmediğinizi düşünmemiştim zaten" dedi.
Başkalarını bilmem ama bir gazeteci olarak, Bülent Ecevit’in içten nezaketini siyaset dünyamızda çok arayacağıma eminim.