Paylaş
“Orada insanlar hayatlarını kaybederken uluslararası camianın kutuplarda sıkışmış iki balinaya karşı gösterdikleri hassasiyeti göstermemiş olmaları, uluslararası toplumun ve camianın yeteri kadar vicdanının ve ahlakının olmadığının da en açık göstergesidir” diyor.
“Uluslararası camia” derken kendi politik hesapları için Mısır’daki asker müdahalesine “darbe” diyemeyen, sokaklarda insanların öldürülmesini bile doğru dürüst kınayamayan devletleri kastediyor olmalı.
Yoksa “paralel uluslararası camiada” darbeyi de katliamları da kınayan çok sayıda insan hakları savunucusu kuruluş var. Darbeyi kınamayan hükümetlerini eleştiren muhalefet partileri de!
Zaten dünyada bu türden bütün girişimlere karşı olanlar da onlardır, iki balina ya da iki–üç ağaç için polis dayağını göze alanlar da!
Ama şunu söylemeliyim ki bu konuda bizim yöneticilerimizin sözlerine dikkat etmelerinde de yarar var.
Katliamlara, darbelere, diktatörlere seyirci kalmayı “vicdansızlık ve ahlaksızlık” olarak nitelerken, o sözler geri dönüp kendilerini de vurabilir çünkü.
Tunus ve Mısır’da Arap Baharı başladığında Bahreyn’de de insanlar sokağa döküldü.
Oradan farklı olarak ayaklanmanın başını muhalefet partileri değil, gençler çektiler.
Onlar da Mısırlı ve Tunuslu kardeşleri gibi demokrasi, insan haklarına saygı istiyorlardı.
14 Şubat hareketi Bahreyn’de kanlı bir şekilde bastırılır, sivillerin üzerine asker kurşunları yağdırılır, insanlar öldürülürken bizim yöneticilerimiz ne diyordu, hatırlayan var mı?
Ben hatırlatayım:
Mesela Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Selçuk Ünal şöyle demişti:
“Bahreyn’de devam eden olayları yakından izliyoruz. Olayların can kayıplarına ve yaralanmalara yol açmış olmasından kaygı ve üzüntü duyuyoruz. Bahreyn’de tüm taraflara şiddetten uzak durarak, itidal ve teenni içinde davranmaları çağrısında bulunuyoruz.”
ABD’nin, AB’nin, Mısır ile ilgili açıklamalarına ne kadar da benziyor, değil mi?
Türk hükümetinin, Sudan halkının katili El Beşir konusundaki tutumuna zaten dün değinmiştim, bugün sadece hatırlatarak geçeyim!
“Vicdansızlık ve ahlaksızlık” bazen “reel politik” kılığına girebiliyor!
Guinness rekoru: En çok açılıp kapanan park!
ŞUNU en başından söyleyeyim: İftarların, siyasi gösteri alanı haline getirilmesini yanlış buluyorum, onaylamıyorum.
Elbette siyasi partiler de, dernekler de üyelerini bir iftarda bir araya getirmek isteyebilirler, bunda bir yanlışlık yok.
Yanlışlık, iftar sonrasında yapılan siyasi konuşmalardan geliyor. Ve bu yanlışı memleketimizin bütün siyasi aktörleri neredeyse her gün tekrarlıyorlar.
“Huzur ayı” olarak geçmesi gereken ramazan, keskin konuşmaların, toplumu bölücü ifadelerin zemini haline geliyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı, iftarlarda ne tür konuların konuşulmasının daha anlamlı olduğunu açıklasa da hiç olmazsa gelecek ramazanda huzur bulsak!
Şimdi esas konuya geçebiliriz:
BDP’liler, pazar akşamı Taksim Gezi Parkı’nda iftar yapmak istemişler ama polis Gezi Parkı’nı bir kez daha kapatmış.
Önce parkta dolaşanları dışarı çıkarmışlar, sonra da parka kimsenin girmemesi için tedbir almışlar.
Sonunda BDP’liler de iftarlarını İstiklal Caddesi’nde yapmışlar. Sonra polis müdahalesi, itiş kakış, gözaltılar, biber gazları!
Böylece Gezi Parkı, dünyanın en çok açılıp kapanan parkı haline de dönüşmüş bulunuyor ki keşke zamanında akıl edilip Guinness rekoru için müracaat edilseydi!
Toplantı yapma özgürlüğünün bir kez daha polis marifetiyle kullandırılmaması bu.
AİHM kararlarıyla sabit ki kimsenin barışçı bir gösteri için kimseden izin alması gerekmiyor.
Polisin görevi barışçı gösterinin sakince yapılmasını sağlamak, gerekirse göstericileri dışarıdan gelecek müdahalelere karşı korumak. Gösteri amacını aşıp çevreye zarar verir hale gelmediği sürece de müdahale etmemek!
Bu olmadığı zaman o ülkede eksiksiz bir demokrasiden söz edilemiyor. Onun için gazete ilanlarıyla otoriterleşmeye karşı çıkanlara sinirlenmeyip bu durumu düzeltmek gerekiyor!
‘Davul marifetiyle darbe’ endişesi!
FENERBAHÇE ile Galatasaray arasında Kayseri’de oynanacak olan Süper Kupa finali için alınan önlemler açıklandı.
Bir bölümü normal ve zaten her maç için alınması gereken önlemler zaten. Maça alkollü gelinmemesi, patlayıcı–yanıcı madde bulundurulmaması, taraftarların ayrı otoparklardan ve ayrı girişlerden alınması vs.
Ama şu çok tuhafıma gitti: Maçta davul ve pankart da yasak!
Taraftarlar sadece Türk bayrağı ve takımlarının flamalarını yanlarında bulundurabileceklermiş!
Gezi sonrası hükümete hâkim olan “Bizi devirmek istiyorlar” paranoyasının bir yeni yansıması bu!
Öyle görünüyor ki bu paranoya nedeniyle ülkemiz giderek bir açık hava cezaevine dönüşecek!
Gösteri yasak, toplanmak yasak, maçta davul çalmak yasak, pankart yasak!
Bakalım futbol taraftarının yaratıcı zekâsı, bu işe nasıl bir çözüm geliştirecek?
Paylaş