Paylaş
Hepsi yatılı olan bir sürü erkek çocuk aynı sınıflarda, aynı yemekhanede ve aynı yatakhanelerdeydik. Tek düşündüğümüz futbol, lisedeki ağabeylerin zorlamasıyla basketbol ve akşamki zorunlu çalışma saatlerinde ders kitabının arasına koyarak okuduğumuz Teksas, Tom Miks’i “belletmen”lere yakalatmamaktı.
Lisede hayatın gerçeğiyle tanıştık. Hepimizi değişik sınıflara dağıttılar ve sürpriz! Artık hayatımızda “gündüzlü kızlar” da olacaktı!
Lisenin ilk günlerinde şimdi ikisi de ciddi işadamları olan ya Emin Toker’in ya da Hüseyin Çakır’ın bir yerden ele geçirdiği bir kitap asıl ilgi alanımızı oluşturdu: “Kız Tavlama Sanatı!”
Hepimiz Nuray’ın yeşil gözlerine vurgunduk ve bu kitap sanki bize o kapıyı açacak sihri şıp diye verecekmiş gibi geliyordu.
O kitabın ilk dersini hiç unutmuyorum: “Kız, kızların olduğu yerlerde tavlanır. Maçta, spor salonunda ve kahvehanede kız tavlanmaz!” (Kırk yıl öncesinden söz ediyorum! Şimdi maçta da, spor salonunda da, kahvehanede de kızlar var!)
Romalı düşünür Ovidius, milattan sonra 1. yüzyılın başında, aşk macerası arayan Romalı gençlere öğüt vermek üzere yazdığı L’art d’Aimer isimli eserinde şöyle yazmış:
“Avını beklemen gereken yer özellikle tiyatrolardır: Oralar avın en bol olduğu yerlerdir. Aradığın her şeyi bulursun oralarda: Neyi seviyorsan ya da neden hoşlanıyorsan, bir günlük bir macera ya da ciddi bir ilişki... Gözüne kestirdiğin kızın yanına otur, iyice yanaş ona, zaten oturulacak yerlerin sınırları belirsizdir ve bu yerlerin yapılma biçimi seni bunu yapmaya zorlar. Sonra, konuşmaya girmek için bir bahane bul, başlamak için sıradan bir konu.”
Gördüğünüz gibi bizim 40 yıl önce okuduğumuz kitabın önerileri ile 20 yüzyıl önce yazılmış bir kitabın önerileri arasında fazlaca bir fark yok!
“Kızların bulunduğu yerde ol ve konuşmak için bir bahane yarat!”
Bu elbette böyle yazıldığı kadar kolay bir iş değildi, hâlâ da değildir sanıyorum.
Bir kere reddedilmenin utancını yaşamayı göze almak gerek. Ne kadar hercai bir tip olursan ol, sadık bir görüntü de yaratmalısın. Ne kadar sıradan biri olursan ol, ilginç bir kişi portresi çizmelisin! Havva, Âdem’i “elma” ile kandırmış ve bir armağan vermenin önemine ta o zamandan işaret etmiş, kendini hatırlatacak ilginç armağanlar bulmalısın vs.
Bu cumartesi günü bu konu durduk yere aklıma gelmedi tabii.
Yeni yayımlanmış bir kitap bu konuyu aklıma getirdi: Fransız tarihçi ve araştırmacı Jean Claude Bologne’nin yazdığı “Gönül Çelmenin Tarihi” (Dost Yayınları. Çeviren: Erkan Ataçay).
Bologne, “gönül çelmenin” ya da daha yaygın deyimle “tavlamanın” bir tarihi olduğunu, kadın erkek ilişkilerinde zaman içindeki değişimlerin bu tarihi belirlediğini anlatıyor.
Ve özellikle vurgu yaptığı şey şu ki kadının özgürleşmesi, aslında bu tarihin omurgasını da oluşturuyor.
“Tavlama cinsiyetler arasında bir karşılaşma biçimidir ve sosyolojinin incelediği tüm biçimler gibi tarihsel değişimlere maruz kalır” diye yazmış sosyolog Kintzele.
Özgür olmayan kadınların, geçmişte neler yaşadıklarını biliyoruz. Kaçırma, tecavüz, kadının rızasının alınmadığı görücü usulü evlilikler gibi! Günümüzde de bu kalıpların varlığını sürdürebiliyor olması, en azından bazı kişiler ve çevreler için “normal” algılanması, topluma egemen olan erkek davranış biçiminin varlığını koruyabilmiş olmasından kaynaklanıyor.
Ama artık “medeni dünyada” durum değişti. Geleneksel kültürler “tavlamayı” ahlaki bir çerçeve içinde mahkûm edip, gönül çeleni de küçümsemeye eğilimli de olsalar, görücü usulü birleşmelerde bile artık kızların en azından “rızası” alınıyor. Artık, ana babasının değil, kızın gönlü kazanılmalı ki bir ilişki doğup, sürebilsin.
Gönül Çelmenin Tarihi, esasen bir sosyoloji tarihi kitabı olmakla birlikte son derece eğlenceli bir kitap! Herkese öneremiyorum, kitaplarla arası çok iyi olmayanların tamamlamakta zorlanacaklarını söyleyebilirim. Ama şunu belirteyim: Bu köşede, zaman zaman bu kitaba geri döneceğim.
Bodrum Deniz Müzesi’ni görmek gerek
BODRUM kışın bir başka güzel oluyor. Dün sabahın kör karanlığında, İstanbul’da berbat bir hava varken uçağa bindim ve Bodrum’a geldim. Şahane bir yağmur yağıyordu. Sonra hava açtı, epeydir hasret kaldığım mavi bir gökyüzünde güneş parladı, yağmurun altında mahzun bir kadın gibi duran deniz bir anda oynak bir aşüfteye dönüştü!
Bodrum’u hep yaz aylarında görenler, bir de kışın Bodrum’a uğrasınlar, neler kaçırdıklarını daha iyi anlayacaklardır.
Yağmurun geçmesini beklerken yeni açılan Bodrum Deniz Müzesi’ni gezme olanağı buldum.
Bu müzede Bodrum tarihinin önemli teknelerinin maketleri sergileniyor. İlk örneklerini, henüz müze binası yapılmadan önce Kale’nin önündeki Denizciler Kahvesi’nin yanında kurulmuş bir çadırda görmüştüm.
Şimdi 70’e yakın tekne maketi, müze binası olarak yeniden düzenlenen bir eski yapının içinde sergileniyor. Guletler, ayna kıçlar, tirhandiller, gayıklar. Kimisi yıllarca balıkçılara ve süngercilere hizmet etmiş, kimisi efsanevi mavi yolculuklara tanık olmuş “bebekler” bunlar.
Maketler, yıllarını tekne yapımına vermiş bir ustanın, Ali Kemal Denizaslanı’nın elinden çıkmış. Artık çok yaşlandığını duydum, umarım kendisinden sonra bu işi devam ettirecek çırakları, kalfaları da yetiştirmiştir.
Teknelerin öyküleri, kaptanlarının eski fotoğrafları ve kısa yaşam öyküleriyle birlikte sergileniyorlar. Kaptanları gibi gerçek denizci tekneler bunlar.
Bodrum Deniz Müzesi’ni gezerken hoş bir sürpriz sonucu Hasan Güleşçi ile de tanışıp, konuşma fırsatı buldum.
Hasan Güleşçi, yaklaşık 50 yılda oluşturduğu “deniz kabukları koleksiyonunu” Bodrum Deniz Müzesi’ne bağışlamış. Toplam 104 “deniz kabuklusu ailesi” sergileniyor.
Kabuklular arasında bir insanın kafasından büyük olanlar da var, ancak bir büyüteç yardımıyla görebileceğiniz minicikleri de!
Koleksiyonun özelliği ve önemi her ailenin bütün üyelerinin bir arada toplanabilmiş olmasından da kaynaklanıyor.
Gerçek bir hazine ve yolunuz Bodrum’a düşerse mutlaka gidip görmenizi önereceğim bir koleksiyon bu.
Güleşçi’nin bu süre zarfında yaptığı ikinci büyük koleksiyonun önemli bir bölümü de müzede yer alıyor. Bunlar üzerinde deniz kabuklusu resmi ya da fotoğrafı olan posta pulları koleksiyonu. Yaklaşık 90 ülkeden toplanmış bu pullar ve değer biçmek de o kadar kolay değil.
Hasan Güleşçi’ye “yarı Bodrumlu” olarak huzurlarınızda teşekkür etmek istedim. Böyle bir koleksiyonu kendi evinin dört duvarı arasına saklamak yerine, kültürümüzün ve Bodrum turizminin hizmetine sunmakta tereddüt etmediği için.
Paylaş