Paylaş
Değerlendirme “7” üzerinden yapılıyor. Tam özgür olanlara 7, tam esir olanlara 1 puan verilerek!
Hem siyasi haklar, hem de özgürlükler açısından yapılan değerlendirmedeki bu notumuz “kısmen özgür” olduğumuz anlamına geliyor.
Büyüklerimiz artık “ileri demokrasi” ülkesi olduğumuzu söylüyorlardı, demek ki o kadar değilmiş!
Freedom House’un Araştırma Direktörü Arch Puddington “Türkiye’yi, yüksek nota sahip bir ‘kısmen özgür ülke’ olarak gördüklerini” belirtiyor.
Puddington, “Türk hükümetinin özellikle basına yönelik muamelesinden büyük kaygı duyuyoruz” diyor.
Puddington, “Başbakan Erdoğan’ın, basında kendisini eleştiren kesimleri ‘düşman’ gibi gördüğünü” söylüyor. “Gerek Erdoğan, gerekse savcıların basına karşı aldığı tedbirleri ‘rahatsız edici’ bulduklarını” belirtiyor.
Puddington, “Genel düzene baktığımızda, demokratik eğilimler taşıyan liderlerin bile, otoriter bir yönelime kaydıklarında ilk olarak basını hedef aldıklarını görürüz, Türkiye’de de şu anda gördüğümüz bu” diyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Demokrasi, İnsan Hakları ve Çalışmadan Sorumlu Bakan Yardımcısı Michael Posner da araştırma sonucunu “Türkiye’de son 10 yıl içinde bazı alanlarda büyük ilerlemeler kaydedildiğini gördük, ancak basın özgürlüğü gibi alanlarda kaygılarımız var ve bu kaygıları dile getirmeye devam ediyoruz” diye yorumluyor.
Bu söylenenlere ekleyecek çok fazla sözüm yok. Zaten sürekli bu “otoriterleşme eğilimine” dikkat çekiyorum. Başbakan’ın eleştiriye tahammülsüzlüğü ile “ileri demokrasi” söyleminin birbirini tutmadığına işaret ediyorum.
Benim gibi düşünenlerin dünyada yalnız olmadığını da Freedom House’un araştırması ortaya koyuyor!
Boncuklarla yeni bir ‘Doğu-Batı sentezi’
DÜNYANIN İstanbul’a gözünü çevirdiğinin tek işareti seyahat dergilerinde yok. Türkiye’de de giderek hareketli bir sanat pazarı oluşuyor ve bir yandan yabancı ressamlar Türkiye’de sergiler açarken, diğer yandan Türk ressamlar da dışarıya eskisine göre daha kolay açılıyorlar.
Dubai’de gördüğüm, Arapça ve İngilizce yayımlanan ve kalitelerini kıskandığım sanat dergilerinin İstanbul’a ve Türkiye’de plastik sanatlara gösterdikleri özel ilgiyi de bu arada kaydetmiş olayım.
Türkiye’de eserlerini sergileyen sanatçılar arasına bu hafta Alman ressam Sabine Boehl de katıldı. Nişantaşı’ndaki Dirimart Galerisi’nde sergilenen eserleri görmeye değer. Boehl, eserlerini yaratırken minik boncukları tuvale işliyor, yağlıboya yerine de oje kullanıyor.
Benim gibi sabırsız insanlar için ömür törpüsü sayılabilecek bir ince işçilik sonucunda ortaya çıkan eserlerde İslam motifleri, Roma ve antik Yunan figürleri bir arada kullanılarak yeni bir “Doğu-Batı sentezi” yaratmaya çalışılıyor.
Boehl, İstanbul ve Türkiye’nin değişik yerlerine yaptığı gezilerden etkilenmiş. Eminönü ve Erzurum ismini verdiği eserlerine bakarken Eminönü’nde dolaştığınızı hissediyor, Erzurum’daki camilerde hayat bulan Selçuklu süslemelerinin bir tuvalde antik Yunan ile nasıl bir araya gelebildiğini görüyorsunuz.
Sergide yer alan ve İslam kaligrafik sanatından yola çıkan “how many” isimli resim serisi İstanbul’un karakteristik yapısına göndermeler içeren cümlelerden oluşuyor.
Bu sergiye çocuklarınızı da götürmenizi öneririm. Boncukların nasıl büyülü bir dünya yaratabileceğini gördüklerinde, oyun diye oynadıkları şeylerin bir sanat objesi yaratmakta ne işlere yarayabileceğini görürlerse, bundan etkilenip ilgilerini sanata yöneltebilirler diye düşünüyorum.
Kabuğun kırılmasına az kaldı
DÜZENLİ takip ettiğim yabancı yayınların ilk sırasını seyahat dergileri oluşturuyor. Hem gezmeye meraklıyım, hem de gitme olanağım olmayan yerlerle ilgili yazıları okumayı, fotoğraflara bakmayı seviyorum.
Eskiden bu dergilerde Türkiye ile ilgili bir habere rastlamak, yolda yürürken para bulmak kadar zor bir şeydi.
Son bir yıldır ise içinde Türkiye ile ilgili bir haber, yorum, öneri olmayan seyahat dergisi neredeyse hiç yayımlanmıyor.
Başta İstanbul olmak üzere, Bodrum ve Antalya bu dergilerin giderek vazgeçilmez konuları arasına giriyor. Özellikle de İstanbul!
Birbiri ardına açılan butik oteller, dünyanın önde gelen otel zincirlerinin İstanbul şubeleri, lokantalar, özellikle Beyoğlu civarında yoğunlaşan eğlence, sanat ve giyim kuşam aktiviteleri belli ki yabancı editörlerin dikkatini çok çekiyor.
Ama hâlâ Türkiye’yi “cazip” kılan şey, turistler için ucuz bir ülke olması.
Buna da içim acıyor. Hele Türkiye’dekiler ile kıyaslanması mümkün olmayan otellere dışarıda avuç dolusu para ödediğim zaman!
Elbette bu sorun da aşılacak. Türkiye, ucuzluğu ile kitle turizminin temel destinasyonlarından biri olma özelliğini korurken, bir yandan da sahip olduğu değerleri iyi pazarlayarak bu sorunu aşabilir.
Mesele sadece tanıtım ile ilgili değil diye düşünüyorum. Artık Türkiye’nin potansiyelini tanımayan kalmamış olmalı.
Sektörün devlet politikaları ile teşvik edilmesi, daha iyi otellerin, lokantaların ve özellikle müzelerin açılmasının desteklenmesi de şart.
Paylaş