ERGENEKON İddianamesi’nin eklerinde, eski milletvekili Emin Şirin ile bir gazetecinin telefon görüşmesinin kaydının da yer aldığının anlaşılması, çok ciddi bir sorunun varlığını ortaya koyuyor.
Davada ne tanık, ne de sanık olarak adı geçmeyen iki kişinin telefon kaydının o iddianamenin ekinde ne aradığını savcılığın mahkemede açıklaması gerekiyor.
Ve bu sadece söz konusu telefon konuşmasıyla sınırlı da değil.
İddianamede yer alan sanık ifadelerinde ve eklerde yer alan belgelerde, dava ile ilgisi olmayan o kadar çok isim ve konu var ki, bunları ayıklayacak mahkeme yargıçlarına Tanrı’dan sabır dilememiz gerek.
Ancak belli ki sorun sadece bu iddianame ile ilgili değil.
Mahkemelerden izin alınarak yapılan telefon dinlemelerinde, tutanakların ve kayıtların, o konuşmalarla ilgili bir dava açılmayacaksa imha edilmeleri gerekiyor.
Belli ki bu en temel yasal zorunluluğun yerine getirilmesi için kimse kılını kıpırdatmıyor.
Bu kararı verecek olanlar da elbette savcılığın isteği ve mahkemenin izniyle dinlemeyi yapan güvenlik güçleri değil.
Bu, söz konusu dinleme kararını isteyen savcının sorumluluğunda olması gereken bir iş.
Yargıçlar ve savcılar, kişisel temel haklarımızın korunması için güvenmemiz gereken kişiler.
Onların işlerini ciddiyetle yaptıklarına güvenmeliyiz ki bir korku imparatorluğunda attığı her adım izlenen köle-vatandaşlara dönüşmeyelim.
Çok önemli bir davanın iddianamesine kadar yansıyan bu durum gösteriyor ki bu ülkede yasalar, o yasaları uygulamakla görevli olanlar tarafından bile ciddiye alınmıyor.
Ergenekon İddianamesi’nin hazırlanışındaki özensizlik ve savrukluğun bu dava ile ilgili olarak kuşkular yarattığını daha önce yazmıştım.
Bu örnek, özensizlik ve savrukluğu bir kez daha gösterdi.
Sadece bunu değil, kişilik haklarımızın da savcılara ve yargıçlara değil, Allah’a emanet olduğunu da!
Söylediği ile yaptığı bir
ABD seçimlerinde Cumhuriyetçilerin başkan yardımcısı adayı Sarah Palin’in yaşamından kısa başlıklar dünkü gazetelerde yayımlandı.
44 yaşında eyalet valisi seçilebilme başarısını gösteren ve ABD Başkan Yardımcılığı gibi ağır sorumlulukları olan bir makama yüzlerce kurt politikacı arasından aday gösterilen bir kadının, sıradan bir politikacı olmadığı çok açık.
Gazetelerde işin sırrının ne olduğunu anlayabilmek için bütün haberleri okudum. Şunu söylemeliyim ki tutucu fikirlerinin hiçbirisi ile mutabık değilim.
Ama bir tek şey var ki kendisine hiç tanımadan hayranlık duymama neden oldu.
Palin, savunduğu tutucu politikaların bir sonucu olarak kürtaja da karşı. Palin, beşinci çocuğunu geçtiğimiz nisan ayında dünyaya getirmiş. Hamilelik sırasında çocuğunun down sendromlu olacağı anlaşılınca kürtaj olması önerilmiş ama o kürtaja karşı çıkmış bir siyasetçi olarak bunu kabul etmemiş ve çocuğunu doğurmuş.
Palin’e hayranlık duymam işte bundan ileri geliyor: Söylediği ile yaptığı arasında bir fark olmaması.
Bu topraklarda bunun tersini görmeye o kadar alıştık ki bir siyasetçide bulunması gereken en temel özellik, hiç tanımadığım, fikirlerine katılmadığım bir politikacıyı bile beğenmeme yol açıyor.
Protokol sorunu basit değil
ANAYASA Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın Genelkurmay Başkanlığı devir teslim töreninde ve 30 Ağustos kutlamalarında protokolde kendisine ayrılan yerle ilgili olarak yaşadıkları, kendimize bir soruyu ciddi olarak sormamızı gerektiriyor:
Türkiye Cumhuriyeti, protokol sırasının o anda o işi yapanın keyfine göre belirlendiği bir aşiret devleti midir, yoksa kuralları, yöntemleri belli, Anayasal düzen içinde hukuk kurallarının uygulandığı bir devlet midir?
Binlerce yıllık bir devlet deneyimine sahip olmak ile övünüyoruz ama törenlerde uygulanacak en basit protokol kuralları üzerinde bile hálá tartışıyoruz! Anayasa Mahkemesi Başkanı, bu nedenle doğru bir tutum sergiledi. Çünkü protokol kuralları dediğimiz şey, kişilere göre değil, makamlara göre düzenlenir ve o makamın o günkü sahibinin kişiliğinden bağımsızdır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, milletin egemenlik yetkisinin Anayasa’da yazılı organlar eliyle kullanıldığını söylüyor.
O organlardan biri olan yüksek yargı da saygıyı hak ediyor.
Bu tür tartışmaların, gelecekte de yaşanmaması için devletin protokol düzeninin, kurumların ve kişilerin keyfine bırakılmayacak şekilde düzenlenmesi gerekiyor.