Paylaş
Hükümet yanlısı medyada da aynı şey yazılıyor, gazetecilik yapmaya çalıştığı için “muhalif” diye nitelenen medyada da!
Herkesin ortak suçlusu “vahşi kapitalizm”!
Yani sadece kâra odaklanmış, üretim sürecinin herhangi bir aşamasındaki insan unsuruna hiç değer vermemiş bir işletmecilik anlayışı.
Madeni devletten kiralayan şirket, maliyetleri düşürmek için ucuz ve deneyimsiz işgücüne yönelmiş.
Yıllık kapasitesinin 2 milyon ton olduğu belirtilen bir madenden yılda 6 milyon ton kömür çıkarmaya çalışmış.
Bunu yaparken güvenlik önlemlerini de ihmal etmiş. Karbonmonoksit ölçen ve maden tavanında bulunan kömürün içten içe yandığını erken tespit edip, uyaracak cihazlar yetersizmiş. Düşük maliyetle üretim yapabilmek amacıyla tasarruf etmişler belli ki!
Madenlerdeki can güvenliği için yapılması önerilen yaşam odaları da yapılmamış. Belli ki bu madende gerekli olan 20 tane yaşam odası yapmak için harcanması gereken 5 milyon dolar da işletmeye fazla gelmiş, onu da tasarruf etmişler!
Bütün bunlar maden kazasına yol açan nedenin esasen “kâr hırsı” olduğunu gösteriyor!
Suçluyu “vahşi kapitalizm” olarak ilan etmek ve madeni işleten şirketin yakasına yapışmak için bunlar yeterli nedenler.
Öte yandan, Almanya’daki, Avustralya’daki, İngiltere’deki madenlerin patronları da kapitalistler ama onlar kâr hırslarıyla insanları kolayca ölüme gönderemiyorlar.
Çünkü işçilerin yıllar içinde kazandıkları hakları, bu hakları koruyan sendikaları var.
Bir hükümet, bunları görmezden gelmek, sermaye sahibinin kâr hırsına çanak tutmak isterse başına gelecekler belli.
Grevler var, seçimlerde hesap vermek var vs.
Öte yandan oralardaki kapitalistler de artık biliyorlar ki önlemleri ihmal etmenin, işçilerin can güvenliğini hiçe saymanın maliyeti, o önlemleri almanın maliyetiyle kıyaslanmayacak kadar büyük.
İyi kalpli oldukları için değil, örgütlü işçilerden ve onların zorlamasıyla çıkan kanunlardan korktukları için o önlemleri alıyorlar.
Biliyorlar ki üç kuruş tasarruf edeceğiz derken milyonlarca dolar ceza ödeyebilirler, işletme ruhsatlarını kaybedebilirler, hapiste sürünebilirler.
Onları bu noktaya çekecek güç hükümetlerdir, onların çıkaracağı kanunlardır.
O ülkenin Çalışma Bakanı’dır, o ülkenin tabii kaynaklarının işletilmesini düzenleyen Enerji Bakanı’dır.
Onun için maden sahibi şirket ve ortakları bu işten ne kadar sorumluysa, başta Başbakan olmak üzere Çalışma ve Enerji bakanları da o kadar sorumludur.
Çalışma Bakanlığı, maden yanana kadar karbonmonoksit cihazlarının yetersiz olduğunu, madenin birçok yerinde sıkılama malzemesinin ahşap olduğunu görmek ve bunları düzelttirmek ile yükümlüydü.
Çalışma Bakanlığı, dünyada bu tür madenlerde hangi güvenlik önlemlerinin alındığını takip etmek, bunları Türkiye’de de uygulatmak için gerekli kanunları hazırlamak ve Meclis’e getirmek zorundaydı.
Enerji Bakanlığı, daha bir süre önce kendisinin 2 milyon ton çıkarabildiği bir madenden nasıl olup da 6 milyon ton kömür çıkarılabildiğini merak etmekle yükümlüydü.
Bunu merak etmiş, “Arkadaş bu iş nasıl oluyor” diye sormuş olsaydı, Enerji Bakanı’nın “aynı gömlekle iki gün iki gece” kendisini paralamasına da gerek kalmazdı.
İşini zamanında, hakkıyla yapmadığı için o maden yandı, çöktü, işçilere mezar oldu!
Tayin ettiği bakanların işlerini düzgün yapmasını sağlayacak olan kişi de Başbakan’dan başkası değildi.
Onun için maden şirketi bu ölümlerden ne kadar sorumluysa, başta Başbakan olmak üzere Çalışma ve Enerji bakanları da o kadar sorumludur.
Kapitalistin “vahşi” yöntemlerine göz yumdukları için, bunu engellemeye teşebbüs bile etmedikleri için!
Suçu “vahşi kapitalizmin” üzerine yıkmak, hükümetin bu vahşete dur deme zorunluluğunu görmeyi ihmal ettirmesin!
Savcı nerede o doktor kim?
BAŞBAKAN’ın danışmanı olan bir tür insan, ellerinde makineli tüfekleri olan özel bir polis timi tarafından etkisiz hale getirilip, yerlerde sürüklenen göstericiye tekme attı!
Bu normal bir sokak kavgası olsaydı, takibi şikâyete bağlı bir suç olabilirdi. Savcılığın kendiliğinden bu kişiyi sorgulaması ve dava açması gerekmeyebilirdi.
Ama durum öyle değil!
Olayın kurbanı polis tarafından etkisiz hale getirilmiş ve gözaltına alınma süreci başlamış bir kişi. Bu andan itibaren polislerin de, çevredeki sivillerin de ona nasıl davranmaları gerektiği yasalarda yazılı. Kötü muamele edilemez, dövülemez, tartaklanamaz vs.
Bunun küçük kasabalarda rastladığımız, suçluyu linç etmek için karakol basmaktan farklı olmadığını önce görmesi gereken kişi Soma’daki savcıdır.
Ama savcıdan hâlâ bir “tık” yok.
Yerdeki bir insana vahşice tekme atan o mahluka yönelik soruşturma açıldığını duymadık, ifadeye çağrıldığını görmedik!
Göstericiyi sürükleyerek gözaltına almaya çalışan polisler de görevini yapmadı.
Onlar da kendi sorumluluklarındaki bir kişinin, bir sivil tarafından tekmelenmesine ses çıkarmadılar, onlar hakkında da soruşturma açılmalı.
Başbakan’ın danışmanı bu olaydan sonra 7 gün iş göremez raporu almış! Tekme atan ayağı “uf olduğu için” olsa gerek!
Ama ertesi gün baktık, Başbakan’ın yanında, “uf olan ayağıyla” zımba gibi dikiliyor.
O iş göremez raporunu hangi doktor verdi, bunu benim gibi Tabip Odası da merak ediyor olmalı.
Bir disiplin soruşturmasını da o doktor hak ediyor. Raporu zorla mı verdi, “adam sendeci” olduğu için mi, bir suçluyu korumak için sahte rapor düzenlemeye çekinmediği için mi?
Bu soruların yanıtlarını alana kadar peşinizde olacağım, haberiniz olsun!
Paylaş