Paylaş
Tavrın temeli, “Ben iktidarım, canım ne çekerse onu yaparım, kimseye de hesap vermem” şeklinde ortaya çıkar.
Otoriterleşmeye eğilimli her iktidarın meşruiyet arayışı bundan beslenir.
Bir demokrasinin olmaz ise olmazları unutulur, unutturulmaya çalışılır.
Unutmamakta ısrar edenleri bekleyecek olan da bellidir: Suçlu ilan edilmek, kriminalize edilmek.
Türkiye’de polisin ve savcıların bir bölümü bunun için eğitilmiştir zaten.
Ellerindeki Terörle Mücadele Kanunu’nu her türden ses çıkarmaya karşı kullanmakta uzmandırlar.
Gezi protestolarına müdahale biçiminin hükümetin itibarını sarstığı ve otoriter yüzünü saklayamaz hale getirdiği iyice ortaya çıktığından beri bu mesaiye de hız verildi.
Gece yarısı evler basılıyor, kapılar kırılıyor, kadınlar çırılçıplak soyunmak zorunda bırakılarak aranıyor vs.
Aynı terörle mücadele ekiplerinin, HSBC, sinagoglar ve İngiliz Konsolosluğu’na bombalı saldırılar düzenleyip, onlarca kişinin ölmesine, sakat kalmasına neden olanların evlerine girerken kapıda ayakkabılarını çıkarma nezaketini gösterdiğini de hatırlayalım.
Bununla da yetinmezler tabii.
Diğer yandan hak aramak için sokağa çıkmış ve kendisini bir demokraside zannedenlerin üzerine de şiddet ile giderler ki herkese ders olsun, kimse sokağa çıkmayı aklından bile geçirmesin.
Beş kişinin ölümünün, onlarca kişinin, bir öldürücü silah olarak kullanılan gaz fişekleriyle ağır sakatlıklara maruz kalmasının nedeni budur.
Katillerin serbest kalmasının, asla cezalandırılmayacaklarının bilinmesinin nedeni de, hükümet emriyle şiddet uygulayanın elini serbest tutmasını sağlamaktır. Polis de, eli sopalı aşağılık yaratıklar da bilmelidir ki göstericileri öldürsen de bir şey olmaz.
Bakmayın siz Kabataş’ta saldırıya uğradığı iddia edilen o genç kadın için üzülüyor gibi yaptıklarına: O kadıncağız o saldırıda ölseydi ya da ağır yaralansaydı buna nasıl sevinirlerdi, tahmin bile edemezsiniz!
Kibirden başı dönmüş bir liderin ne hale gelebileceğinin bir örneğini daha yaşıyoruz sadece.
O hesaplar artık hayal oldu!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın kimyasının hızla bozulmakta olduğunu düşünmemiz için çok neden var.
Bunlardan bir tanesi, Mısır’da yapılan darbeyi kendisine yapılmış gibi algılaması ve öyle göstermeye çalışması.
Rahat olsun, burası Mısır değil. Merak etmesin darbe filan da olmayacak, Türkiye o yollardan geçti, geri de dönmeyecek.
Bunu söylüyorum ama Başbakan için hiçbir anlam ifade etmeyeceğini de biliyorum.
Çünkü Mısır üzerinden yeni bir darbe paranoyası geliştirmek istemesinin özel bir amacı da var ki, kendi iktidarını tartışmakta olanları demokrasi dışına çıkmakla suçlayabilsin.
“Ustalık” dönemini, bir çuval inciri berbat ederek tamamlamakta olduğunu gözlerden saklayabilsin.
Gezi Parkı protestoları başladığında, bu eylemleri Mısır’da Mübarek diktatörlüğünün yıkılmasını sağlayan Arap Baharı ve Tahrir Meydanı ile benzeştirme çabalarının nafile olduğu çok yazıldı, çizildi.
Gezi protestolarının hükümetin meşruiyetini tartışmadığını, daha çok özgürlük, her türlü görüşe ve doğaya saygı gibi talepleri olduğu söylendi. Mısır Baharı’nın Tahrir eylemleri ise meşru olmayan Mübarek diktatörlüğünün yıkılmasını hedefliyordu.
Geçen gün Başbakan’ın bir iftar konuşmasında, Gezi eylemlerini, Mısır’da darbe ile sonuçlanan sürecin içindeki Tahrir eylemlerine benzettiğine tanık oldum.
Bu benzetmeden yola çıkarak Gezi protestolarını da “darbecilik heveslerine” bağlamaya çalışıyor.
Oradan hop diye de “tencere–tava” eylemlerine geçiyor. Bir başka iftar konuşmasında da “Bununla ilgili talimat verildi, yasa uygulanacak” diyor.
Savcılara talimat vermeye ne kadar meraklı, görüyorsunuz. İşin ilginci bazı savcılar da hükümetten talimat almaya meğerse ne kadar eğilimliymiş!
Ve yine aynı teraneleri tekrarlıyor. Camilerimizi kirlettiler, başörtülü kızlarımıza hakaret ettiler.
Belli ki bütün benliğini saran “başkan olmak, olmadı partili cumhurbaşkanlığını sağlamak” duygusu ile toplumda nefret fayları yaratmaktan bile çekinmiyor.
Ama ben söylemiş olayım, o hesaplar artık hayal oldu, bu fikre alışmasında yarar var!
Değerli bir insanı yitirdik
PROF. Dr. Alpaslan Işıklı’yı geçirdiği bir kalp krizi sonucunda kaybettiğimizi dün gazetelerde okudum.
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde hocamdı ama sonra Yol İş Federasyonu ve YSE İş’te “mesai arkadaşım” da oldu. 12 Eylül darbesinde sendikalar kapatılana kadar birlikte Anadolu’da çok seyahat ettik, şantiyelerde, sendikaların eğitim salonlarında birlikteydik.
12 Eylül döneminde Sıkıyönetim Kanunu’na dayanılarak üniversiteden atıldığında da birkaç kez görüşmüştük rahmetli Kurthan Hocam ile birlikte.
Önemli bir sosyal siyaset uzmanıydı, değerli bir hoca ve melek kalpli bir insandı.
Ailesinin, arkadaşlarının, öğrencilerinin başı sağ olsun, Allah rahmet eylesin.
Paylaş