Kadı Mahkemesi’ni aramış, bulamamışlar!

İSTANBUL Emniyet Müdürlüğü ve İstanbul Müftülüğü, Ankara’daki bir soruşturmada ortaya çıkan "kadı mahkemesi"nin gerçek olmadığını açıkladı.

Hatırlayacaksınız, "Sauna Çetesi Lideri" diye bilinen Kasım Zengin, bir caminin bodrum katında kurulan "tarikat mahkemesinde" yargılandığını ve canını zor kurtardığını anlatmıştı.

Aradan aylar geçtikten sonra, bir cinayet ve bir linç olayı ile aynı tarikat yeniden gündeme geldi ve İstanbul Emniyeti kamuoyu "zoruyla" mahkemenin kurulduğu iddia edilen camide araştırma yaptı.

Araştırma sonucunda da şu açıklama yapıldı: "Acemoğlu Camii’nin bodrum katının bir odasının su motoru ve kullanılmayan inşaat malzemelerinin muhafaza edildiği bir depo olduğu, diğer iki odanın da imam odası ve kütüphane olarak kullanıldığı görülmüştür."

Açıklamayı okuyunca "Emniyet ve müftülük görevlileri acaba ne bulmayı bekliyorlardı" diye düşünmeden edemedim.

Oraya gittiklerinde kapısında "Kadı Mahkemesi" levhası olan, içinde kadı için kürsü ve tanıklar, sanıklar, dinleyiciler için sıralar olan bir mahkeme salonu bulmayı mı ümit ediyorlardı?

Eğer öyleyse bu görevlilere bir süre televizyonda Amerikan polisiye dizilerini seyrettirmeyi öneriyorum.

Çünkü televizyon dizileri seyreden çocuklar bile böyle bir soruşturmanın nasıl yapılması gerektiğini bilecek kadar dedektiflik öğrendiler.

Aylar öncesinden yapılan bir suç duyurusu için kıllarını kıpırdatmayan, mecbur kalınca da "Gidip baktık, mahkeme salonu falan yok" diyen İstanbul Emniyeti belli ki bu tarikat ile ilgili soruşturmayı gerektiği gibi yürütmeyecek.

Sadakat sözü verip tutmayan kimdi?

GEÇEN hafta görevinden alınan Azerbaycan Başkonsolosu İbrahim Nebioğlu Yagubov’un adının karıştığı aşk öyküsünü Hürriyet okuyucuları izlemiş olmalılar.

Bir aşk ilişkisi söz konusuysa, insanları bu nedenle yargılamam.

Aşk, insani bir durumdur ve áşık olan insanların gözünün pek bir şey görmemesi de normaldir. Geleneksel "ahlak" tanımlarının çaresiz kalacağı bir durumdur bu.

Aslında beni hiç ilgilendirmemesi gereken bu "aşk ilişkisine" burnumu sokmama neden olan şey, dün Sabah’ta okuduğum bir söyleşi oldu.

Yagubov, Elif Korap’ın sorularını yanıtlarken şöyle diyor:

"Asıl ahlak dışı ilişkiye giren odur! Ben değilim. Evli ve üç çocuklu olduğumu baştan biliyordu."

Evli bir erkek ile bekár bir kadın aşk ilişkisine girerlerse suçlanan genellikle bu örnekte olduğu gibi kadın oluyor.

Kadın, evli bir erkekle ilişki kurduğu için, Yagubov’un sözleriyle "ahlák dışı davranmakla" suçlanıyor.

Ve dediğim gibi bu sadece bu olayla ilgili bir durum değil. Genel anlayış böyle.

Benim de aklıma hep şu soru takılıyor: Bir evlilik bağı kurarak, sadakat sözü veren ve bu sözü tutmayan kimdir? Bir kadınla evliyken başka bir kadınla aşk yaşayan erkek mi, yoksa evli bir erkeğe áşık olmuş bekár bir kadın mı?

Biz her sene kutlayacağız!

RAHMETLİ Yakup dedem, imparatorluk Balkanlar’da toprak kaybetmeye başladığında esen göç rüzgárlarının Anadolu’ya savurduğu yüz binlerce Türk’ten biriydi.

Bugünkü tabirle bir "etnik temizlik kurbanıydı".

Üsküp’ten çıktığı uzun yolculuk boyunca akrabalarının önemli bölümünü, sivil-asker ayırt etmeden Türkleri katleden yabancı orduların ve çetelerin saldırılarında, salgın hastalıklarda kaybetmiş, Salihli’ye ulaştığında tek başına kalmış bir genç insandı.

O nedenle Yunan ordusu İzmir’e çıktığında nasıl bir dehşete kapıldığını anlamak çok kolay.

İlk işi ailesini Salihli’den Uşak’a kaçırmak olmuştu.

O tarihte büyük amcam iki yaşında, babam ise altı aylıkmış.

Babaannem yayan ve öküz arabalarıyla bağlar ve bahçeler arasından yapılan kaçış yolculuğu sırasında bir an için babamı kaybedip, sonra nasıl bulduğunu aradan yıllar geçtikten sonra bile gözleri yaşlarla dolmadan anlatamazdı.

O nedenle bizim ailemiz için 5 Eylül tarihinin özel bir anlamı vardır.

5 Eylül, Salihli’nin düşman işgalinden kurtuluş günüdür.

Dedem sağken 5 Eylül’lerde Salihli’ye gider, o kutlamalara katılır, at üstünde tüfeklerini ateşleyen efeleri izler, dedemin anlattığı milli mücadele öykülerine kulak verirdik.

Eski günleri yüreğim burkularak hatırlamama neden olan şey, Kültür Bakanı’nın geçenlerde verdiği bir demeç oldu.

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, 7 Eylül’de Aydın’ın kurtuluş gününde şöyle dedi: "Her sene benim ülkeme yabancılar geldi diye, işgal etti diye bunun kutlaması yapılmaz. Beşli yıllarda, onlu yıllarda yapılabilir."

Kültür Bakanı belli ki bu kutlamaların düşman geldi diye değil, gitti diye yapıldığının farkında bile değil!

O isterse on yılda bir kutlasın, biz o günleri her yıl tekrar hatırlayacağız ve bir daha o durumlara düşmemek için kendimize dersler çıkaracağız.
Yazarın Tüm Yazıları