TATVAN’da önceki gece bir grup PKK’lı, GSM operatörleri için çalıştıkları belirtilen 5 kişiyi kaçırdı.
Gazetelere yansıyan haberlere göre olayın duyulmasının ardından kaçırıldığı ileri sürülen kişilerin aileleri bilgi almak için Bitlis Valiliği’ne gelmişler. Vali Bey, aileleri kabul edememiş, herhalde çok işi vardı. Aileler onun üzerine Vali Yardımcısı’na gitmişler, o da aileleri Tatvan Kaymakamlığı’na yönlendirmiş. Kamu yönetiminde “emir-komuta zinciri” dediğin şey de budur zaten! Türkçede bu durumu tanımlayan iyi bir halk deyişi var ama şimdi burada yazmayacağım tabii. Biliyorsunuz, “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret” diye her yöne çekilebilecek bir suç türü var kanunlarımızda, açık arayan savcıların kurbanı olmayayım! İlk bakışta Vali Bey’i ve yardımcısını eleştirmem mümkün. Bir mülki amir, böyle bir konu ile ilgilenmeyecekse ne ile ilgilenecek zaten? Ama eleştirmeye de dilim varmıyor. Çünkü PKK tarafından kaçırılan kişiler ile ilgilenmek bile istemeyen sadece onlar değil. Farkında mısınız, bilmiyorum ama bu yılın temmuz ve ağustos aylarında (daha bu ay da bitmedi üstelik) PKK 11 kişiyi kaçırdı. Temmuz başında Diyarbakır-Muş karayolunda bir kaymakam adayı ve bir er kaçırıldı. Şemdinli’de askeri birliklere malzeme taşıyan bir kamyonet PKK tarafından yakıldıktan sonra sürücüsü kaçırıldı. Bingöl’ün Genç İlçesi’nde 2’si askeri personel, biri sağlık memuru üç kişi kaçırıldı. 5 GSM çalışanı ile sayı 11’e ulaşmış bulunuyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları eşkıya tarafından rehin tutuluyor, kimseden tık yok! Kaçırılanların bıraktırılması için bir girişimde bulunulduğunu, insan hakları kuruluşlarının harekete geçtiğini, BDP’nin ya da bağımsız Kürt aydınların devreye girdiklerini duymadım. Şehit cenazelerinde “Kanları yerde kalmayacak” nutukları atan hükümet üyelerinin de hâlâ hayatta olmaları olası rehineler için bir demeç verdiklerini de duymadım. Onun için Vali Bey’i ve yardımcısını, kaçırılan kişilerin aileleri ile görüşmedikleri, onları teselli etmedikleri için suçlayamıyorum. Belli ki kaçırılan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları meselesi kimsenin umurunda değil çünkü.
Bu nasıl bir ordu böyle?
ESKİ Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Işık Koşaner’e ait olduğu iddia edilen ses kaydını internette dinledim. İddiaya göre ses kaydı, Koşaner’in karargâhındaki subaylar ile yaptığı bir konuşmaya ait. Eğer bu konuşma gerçekten Koşaner tarafından yapıldıysa, Türk ordusunun durumunun gerçekten vahim olduğunu ve ciddi bir reorganizasyon sürecinden geçmesi gerektiğini söylememiz gerek. “Emir-komuta birliğinin sağlanamaması, her yere kontrolsüz mayın döşenmesi, eğitimde personel kaybına neden olacak derecede zafiyet, tim komutanlarının çatışma alanını bırakıp kaçması, sınır karakollarının yapımlarında hatalar, eldeki teknik olanakların kullanılamaması” gibi konularda ciddi bir özeleştiri yapıyor Koşaner. Genelkurmay Karargâhı’nın bu tür zafiyetlerin farkında olması da önemlidir elbette, bunların düzeltilmesi için gerekli önlemlerin böylece alınabileceğini varsayabiliriz. Ama şunu da söylemeliyim ki, karargâhta en üst komutanın kurmaylarıyla yaptığı bir toplantıda bile gizliliği korumayı başaramayan bir ordu var elimizde. Bu ilk kez gerçekleşen bir sızma da değil üstelik. Ya bu işlerin her zamanki şüphelisi olan “topluluk” ortam dinlemesindeki yeteneklerini orduya yönelik olarak da kullanabiliyor ve ordu bunu engellemek için hiçbir şey yapamıyor. Eğer onlar bunu yapabiliyorsa, daha geniş olanaklara sahip yabancı istihbarat servisleri kim bilir neler yapıyorlardır? Ya da karargâhta toplantıya katılan bazı subaylar, konuşmaları gizlice kaydedip, sonra internete sızdırıyorlar. Eğer böyleyse, ordunun içinde el altından sürüp giden bir iktidar mücadelesi var demektir ki bunun hayırlı bir durum olduğunu söyleyemeyiz.
Çalı-çırpı temizleme bakanlığı
ULAŞTIRMA Bakanı Binali Yıldırım, “dinlenmekten korkmayan insanlar olduğumuz için” telefonda en çok konuşan üçüncü AB ülkesi olduğumuzu söyledi. Bakan Yıldırım, telefon dinlemeler ile ilgili şikâyetlerin temel nedeninin savcıların telefon kayıtlarında ayıklama yapmadan her şeyi dosyaya koymalarından kaynaklandığını söyledi. Savcılar, soruşturulan konuyla ilgisi olmayan kayıtları ve üçüncü kişiler ile konuşmaları bile dosyalarına koyuyorlar. Bakan Yıldırım’ın açıklamalarına katılıyorum. Bu çok ciddi bir sorun ve bununla ilgili çok açık bir yasal düzenleme olmasına rağmen, savcılar ve polis tarafından uygulanmıyor. İşte o zaman ben de Bakan Yıldırım’a şunu sormak istiyorum: Bir hükümet, kendi çıkardığı kanuna sahip çıkıp, kamu görevlilerine uygulatamıyorsa ne işe yarar? Ne işe yaradığını da Yıldırım’ın bu konuşmayı yaptığı iftar yemeğinde anladık aslında. Yemek sırasında bir ara telefon çalmış ve Bakan bir-iki dakika konuşmuş. Telefonunu kapattıktan sonra arayan kişinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olduğunu söylemiş. Başbakan, telefonda “Gölbaşı civarındaki karayolu refüjündeki çalılıkların temizlenmesi talimatını” vermiş. Vatandaşlarının temel anayasal haklarını korumak için kılını kıpırdatmayan bir bakanlığın, çalı-çırpıyla uğraşmasında şaşılacak bir durum da yok tabii!