HABERİ ilk önce Hürriyet’ten okuduk. Derviş Eroğlu başbakanlığındaki hükümetin bazı Türk vatandaşlarına KKTC vatandaşlığı vermesine karşı Mehmet Ali Talat tarafından açılan dava sonuçlanmış ve 156 kişinin KKTC vatandaşlığı iptal edilmiş.
Vatandaşlığı iptal edilenlerden biri de işadamı Jak Kamhi.
Hürriyet bunu Kamhi’nin "devlet nişanı" sahibi olmasına vurgu yaparak duyurdu.
Medyadaki genel hava, "Kamhi’ye ayıp edildi" şeklindeydi.
En son olarak da dün Radikal’de Hakkı Devrim, eski dostu rahmetli Nurullah Gezgin’in, Jak Kamhi için söylediği bir sözü aktardı: "Bu memleketi burada yaşayan bütün gávurlardan daha çok benimsemiştir."
Gazetelerin "Kamhi’ye ayıp ettiler" yorumunun ardında da bu beklenmeyen bir şeymiş gibi sunulan husus var: "Kamhi, bu memleketi bizim kadar sever!"
Jak Kamhi, bu topraklarda yüzlerce yıldır yaşayan bir ailenin mensubu. TC vatandaşı olarak doğmuş, bu memlekette iş kurmuş, çocuklarını yetiştirmiş.
Bu vatanı sevmesi için mutlaka Müslüman olması mı gerekiyor ki onun vatan sevgisi böyle bir hayretle karşılanıyor?
Bu bakış, açıkça ırkçılık kokuyor. Ayrımcılığın dik alası!
Jak Kamhi’ye asıl ayıp edenler onun dini farklılığına vurgu yapanlardır.
Bu ülke için her platformda çalışmayı kendisine görev bilen bir insana karşı yapılmaması gereken bir ayıp bu.
DTP davasına neden karşı değilim?
DTP ile ilgili olarak açılan dava, birçok çevrede eleştiriliyor.Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın da dahil olduğu geniş bir siyasi yelpazede bu davanın açılmasının doğru olmadığı düşüncesi yaygın!
Davanın açılmasına karşı olduğunu söyleyenlerin temel bir itirazı da var: Bugüne kadar kaç tanesi kapatıldı, işe yaradı mı? Hemen yenisini kurarlar, sorun kapatmayla çözülemez.
Bir terör örgütü ile organik bağı kanıtlanan bir partinin kapatılmasında bir tuhaflık görmediğimi söylemeliyim önce.
Yeter ki kapatma davası gerçekten adil bir yargılama düzeni içinde sürsün, yargıçlara sunulan kanıtlar inandırıcı ve gerçek olsun, savunma hakkına saygı gösterilsin ve en sonunda yargıçlar kararlarını verirken vicdanları ile baş başa kalabilsinler.
Kanıt diye ortaya sürülenler bir iki demeç ve gazete haberi ile sınırlı olmasın. İddia, iki örgütün bağını kanıtlayan somut verilerle desteklensin.
Üzerinde durmamız gereken husus budur.
Öte yandan bu DTP için de bir fırsat olarak görülmeli: Savcılık, DTP’nin terör örgütü ile ilişkisi olduğunu kanıtlayamadığı takdirde, bugün üzerlerinde bir yük olarak taşıdıkları "PKK bağı"ndan da kurtulmuş olacaklar.
Yeter ki savcılığın iddialarını ve ileri süreceği kanıtları çürütebilecek durumda olsunlar.
Peşin bir karar vermek istemem ama görünen tabloda, DTP’nin savcılığın iddialarına karşı ileri sürebileceği kanıtların sayısının çok olmadığını tahmin etmek de zor değil.
Ve aynı şekilde savcılığın da elinde meydan konuşmaları ve gazete haberlerinden başka bir kanıt olmadığını düşündürten işaretler de var.
Eyleme dönüşmeyen fikir açıklamasının suç olmadığını unutmayalım.
Bu yargılama, aynı zamanda Türk adalet sistemi için de ciddi bir sınav olacaktır.
Denizli-Terim tartışması
MİLLİ Takım’ın, Bosna Hersek’i yenerek Avrupa Şampiyonası’na katılma hakkını kazandığı maçtan sonra Fatih Terim’in maç sonrası konuşmasında şöyle bir cümle dikkatimi çekti: "Milli Takım, sadece benim zamanımda play off oynamadan finallere katıldı!"
Buna play-off oynayarak finallere katılma hakkı kazanan Mustafa Denizli ile Şenol Güneş ne diyecek diye merak ediyordum ki yanıtımı dünkü Milliyet’te Mustafa Denizli’nin köşesinde buldum.
Denizli haklı olarak "Peki Fatih’in başında olduğu takımlar grup birincisi olarak mı finallere katıldılar" diye soruyordu.
Eski statüde grup ikincileri play-off oynayarak finallere katılma hakkı kazanıyorlardı. Bu seneki statüde ise grup ikincileri doğrudan finallere gidiyorlar.
Yani "başarı" açısından öncekilerle bu son "başarı" arasında bir fark yok.
Türkiye o zaman da gruptan ikinci olarak çıkabiliyordu, bu sene de böyle oldu.
Aradaki fark şu olabilir: Türkiye geçmişte, üçüncü-dördüncü torbadan grup kuralarına girebiliyordu, şimdi o eski başarılar sayesinde ikinci torbadan grup kuralarına girebiliyor.
Bu seferki eleme grubumuzun "hafif takımlardan" oluşmasının nedeni bu.
Ve böyle bakınca asıl sorulması gereken soru da şu olabilir: Kuradaki bu avantaja rağmen neden finallere grup birincisi olarak gidemedik?