Paylaş
Maçtan önce, Londra’daki terör saldırısında hayatını kaybedenlerin anısına bir dakikalık saygı duruşu yapılacağı bildirilmiş ama Suudi Arabistanlı yetkililer “Bizim kültürümüzde böyle bir şey yok” diyerek saygı duruşuna katılmayı reddetmişler.
Nitekim, maçtan önce hakem saygı duruşunu başlattığında Avustralyalı oyuncular orta yuvarlak çizgisi üzerinde saygı duruşunda bulunurlarken, Suudi futbolcular dağınık şekilde sahada geziniyorlar, birtakım hareketler yapıyorlar.
Suudilerin sözünü ettikleri kültür, İslam ise ölüleri saygıyla anmanın neresi bu kültürün içinde yer almıyor merak ettim.
Yok, Bedevi Arap kültüründen söz ediyorlarsa, onlar da ölülerini bir şekilde anıyor olmalılar, saygı duruşu sırasında onu yapabilirlerdi.
Ama hayır, tam tersine saygısızca hareket edip ortalıkta dolanıyorlar. Sanki “Sizin acınızdan, ölülerinizden bize ne” der gibi bir havaları var. İnternette videosu var, izleyebilirsiniz.
İslamofobi, ırkçı–dinci Batılı politikacıların fitilini ateşlediği bir durum ve Batılı bir kısım medya ile bazı Hollywood filmlerinin katkısıyla büyüdü.
Boğazı vahşice kesilen insanların görüntülerinin yarattığı dehşet duygusunu, her gün bir yerlerde İslam adına patlayan bombaları da ihmal etmeyelim.
İslamofobiyi böylesine yaygınlaştıran nedenlerden en önemlisi de bu zaten.
Evlerinin huzurlu ortamında yaşarken, dünyada olup bitenlerle tek ilişkisi televizyonlardaki bir–iki dakikalık haber filmlerinden ibaret olan insanların gördüklerinden etkilenmelerini önlemek bir tek şekilde mümkün:
Normal Müslümanların, o vahşi tiplerden farklı olduklarını, onlar gibi olmadıklarını, onlar gibi düşünüp yaşamadıklarını göstermek.
Ama görüyorsunuz işte, bir dakikalık bir saygı duruşunu bile reddeden bir Müslüman görüntüsü stadyumdan çıkıp viral bir şekilde bütün dünyayı sarıyor.
Ve sonra İslamofobinin yaygınlaşmasından şikâyet ediyoruz.
KATİL, TELEVİZYONDA YAKALANDI
GEÇEN gün televizyonda bir katil daha yakalandı.
Bu cümlenin ne kadar tuhaf olduğunu düşündüm yazarken. Ama gerçek bu ki bazı katiller artık televizyon programlarında suçlarını itiraf edip yakalanıyorlar.
Son katili yakalayan Fox’taki program, Kaybolan Çiçekler.
16 yaşındaki kızları sekiz ay önce kaybolmuş bir aile, sunucu İnci Ertuğrul’un soruları üzerine sıkıştı, ekibin bulduğu deliller ortaya kondu ve sonunda anne, kızını, sevgilisinin öldürdüğünü açıkladı.
Talihsiz kızcağız, annesi ile sevgilisini yakalamış ve sevgili annenin de yardımıyla kızı öldürüp cesedi yok etmiş.
Katiller, programın bitmesinden sonra jandarma tarafından gözaltına alındılar.
Benzeri diğer programlarda da böyle durumlara sıkça rastlıyoruz. Özellikle ATV’deki Müge Anlı’nın başarılarını da anmam gerek.
Faili bulunmamış cinayetler masaya yatırılıyor, televizyon ekranında sıkı bir sorgu başlıyor, bu arada programı hazırlayan ekibin araştırmayla ele geçirdikleri deliller ortaya konuyor ve katiller suçlarını itiraf ediyorlar.
Merak ettiğim şey, bunun neden poliste ya da jandarmada yapılamadığı.
Normal olarak polis ve jandarma dedektifleri, sunuculardan daha tecrübeli ve bilgili olmalı bu tür konularda.
Bir televizyon habercisinin bile ulaşabildiği kanıtlara, polisin ya da jandarmanın ulaşması daha kolay ve daha da hızlı olabilir üstelik.
Ama yine de bazı katilleri yakalamak, televizyon programlarına kalıyor.
Neden? Polis ve jandarmanın bu işlere ayıracak adamı mı yok? Yoksa bunun sebebi, bazılarının işlerinin gereklerini yerine getirmekte gönülsüz davranmaları, tembellik etmeleri mi?
Bunu açıklamak da herhalde öncelikle İçişleri Bakanı’na düşüyor.
YİNE ‘SİYASİ AYAK’ MESELESİ
FETÖ’nün, mülki idare kadrolarındaki yapılanması ile ilgili iddianame hazırlandı. 13’ü tutuklu, 15 eski vali hakkında üçer kez idam cezası isteniyor.
Savcının iddianamesine göre, Fetullahçı olmak, mülki idarede üst düzey görevlere gelmek için “asli şart” haline gelmiş.
Fetullahçı olmayan birisinin kaymakamlık sınavını kazanması da zor, daha sonra bakanlık içinde önemli mevkilere gelmesi, vali, genel müdür olması da.
İddianame, Fetullahçı Hüseyin Çapkın’ın, çeşitli illerde emniyet müdürlüğü görevlerine getirildiğini, son olarak da İstanbul Emniyet Müdürlüğü gibi örgüt açısından “stratejik” görülen bir göreve getirildiğini de anlatıyor.
İçişleri Bakanlığı’nın mülki idare kadrolarında, Fetullahçı olmanın liyakatin yerini aldığını ilk kez duymuyoruz.
Bu senelerdir yazıldı, çizildi.
Onun için şimdi öğrenmemiz gereken şey, Fetullahçıların bu bakanlıkta nasıl örgütlendiklerinden ziyade, hangi etkilerle bunu başarabildikleri de olmalı.
Bu makamlara gelmek, “siyasi tercihler” ile de ilgili.
Çünkü bu atamalar, Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, İçişleri Bakanı’nın imzalarıyla yapılıyor.
Onlar da bu atamaları yaparken sadece mesleki tecrübeye değil, il ve ilçe örgütlerinden gelen taleplere, ricalara, araya giren hatırlı kişilerin söylediklerine de bakıyorlar.
Hangi kaymakam, vali yapılırken kimler tavassutta bulunmuş? Bu 15 vali, bakanlıkta bir füze hızıyla yükselirken, arkalarında kim durmuş?
Bunları da öğrenmeliyiz ki çok sözünü ettiğimiz ama hâlâ bir muamma olarak sırrını koruyan “FETÖ’nün siyasi ayağı” ile ilgili ilerlemeler de kaydedelim.
İddianamenin bu yönüyle eksik olduğunu söylemek zorundayım.
Soruşturma neden bu yönde de derinleştirilmemiş?
Paylaş