Paylaş
“Demokratik açılım olarak bu süreci başlattık. Demokratik açılımdan sonra aldığımız mesafe ile bunu milli birlik ve kardeşlik projesine dönüştürdük. Yaptığımız bütün istişareler neticesinde, bu akil insanlar vesaire bu çalışmalarla, bunu çözüm süreciyle taçlandıralım istedik” dedi.
Buraya kadar hepimizin bildiği konular.
Cumhurbaşkanı’nın, başbakanlığı döneminde bunları yaşadık, gördük.
Gerçi geriye doğru baktığımızda benim gördüklerim ile onun gördükleri farklı şeyler.
Cumhurbaşkanı “Demokratik açılımlar yaptık” diyor.
Bense sadece hazırlanan demokratikleşme paketlerinin Bakanlar Kurulu’na bile gelmeden rafa kaldırıldığını, “asayiş paketi” görüntüsü altında var olan demokratik hakların bile kısıtlanmaya çalışıldığını hatırlıyorum.
Neyse, şimdilik konumuz bu değil.
Cumhurbaşkanı bu sözlerini söyle tamamlıyor:
“Bütün bunlardan sonra gelinen nokta, biliyorsunuz, 7 Haziran seçimleri aslında bir umuttu. Ama öyle oldu ki, 7 Haziran seçimlerinden sonra, maalesef arzu edilmeyen çok, çok çirkin olaylar, yani demokrasinin çok daha güçlü hale geleceği beklenirken, demokrasinin ülkemizde çok daha farklı bir şekilde taçlanacağı beklenirken, tam aksi olaylar oldu.”
7 Haziran seçimleri, Cumhurbaşkanı açısından “başkan–yarı başkan ya da partili cumhurbaşkanı” olabilmesi için bir umuttu.
Ama onun açısından “maalesef arzu edilmeyen oldu”!
Kendisi başkan olabilseydi, “demokrasi taçlanacaktı” falan, filan.
Ama böyle olmadı, Cumhurbaşkanı, Selahattin Demirtaş’a kızdığı için “barış süreci” buzdolabına kondu.
PKK’nın savaş ağaları Demirtaş’tan ve demokratik siyaset yapma olanağının var olmasından rahatsız oldukları için yine silaha sarıldılar.
Olup biten bundan ibarettir ve bu halkın bunu görmediğine inanarak seçimden başka bir sonuç çıkmasını nasıl bekleyebiliyorlar, insan gerçekten hayret ediyor!
Halkı kandırma, Erdoğan kızar!
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasında şöyle bir cümle de var:
“Halkı kandırma yoluna gitmenin sınıra dayandığını artık herkes bilmelidir. Kimse artık bu yalanları yutmuyor.”
Evet, ben de aynı şekilde düşünüyorum.
İlk bakışta pek anlaşılmasa bile bu halkın da sonuç olarak bir “yalan kaldırma kapasitesi” var ve galiba o yavaş yavaş sonuna ulaşıyor.
Onun için yalan dolanla bir yere varılamaz.
Mesela alalım Ağrı Valisi Musa Işın’ı!
Bu arkadaş belli ki siyasal İslamcı bir gelenekten geliyor ve yine biliyoruz ki yalan söylemek de siyasal İslamcıların en çok başvurduğu yöntemlerden biri.
Vali Bey, bu özelliğiyle iktidar partisinden milletvekili–bakan olmayı da hak ediyordu ama ah şu erken seçim de nereden çıktı!
Vali Bey, makamına topladığı gazetecilere “gündem ile ilgili değerlendirmeler” yapmış.
PKK’nın ne kadar aşağılık bir örgüt olduğunu şöyle anlatıyor:
“Bir ilçemizde kadınlar gece vakti toplantı var diyerek evlerinden alınıyor, kocaları karşı çıkınca da ölümle tehdit ediyorlar. Bir ilimizde 40’a yakın genç kız dağa kaçırılarak iğfal ediliyor ve siz bu halde ailelerinize dönemezsiniz diyerek orada zorla tutuluyorlar.”
İlginç bir cinsel fantezi dünyası!
“Kabataş’ta türbanlı bacımızın üzerine işediler” fantezisi de bu siyasi akımdan kaynaklandı, hatırlayalım ve geçelim.
Vali Bey, şimdi eline kalemi-kâğıdı alsın, yazıp bana göndersin, ben de burada yayınlayayım. Her soru 25 puan değerinde!
Kocalarının elinden eşlerinin alınıp götürüldüğü ilçe hangisi?
PKK’nın ne tür bir örgüt olduğunu anlatmak için yalana ihtiyacınız mı var?
Hangi ilimizden 40’a yakın genç kızı dağa kaldırıp, tecavüz ettiler?
Bugüne kadar yaptıkları işler size yeterince kötü gelmiyor mu?
Diyarbakır’dan, Diyadin’e
YILLARDIR aynı hikâyeyi dinleriz: “PKK’nın gelişip serpilmesini sağlayan şey, 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan işkenceler ve kötü muamelelerdir” diye.
Bülent Arınç bile bu yüzden dağa çıkabileceğini söylemişti, hatırlarsınız.
PKK’nın kendisine böyle bir taban bulabilmesinin sosyolojik ve psikolojik nedenlerini anlamak için çok yüzeysel bir açıklama ama diyelim ki öyle olsun.
O zaman sormak istiyorum: Diyadin’de 15 ve 16 yaşında iki çocuk işçiyi öldürmek ve sonra onlara “gerilla” süsü vermek neyin nesi oluyor?
Holigan değil, polissiniz!
SİLVAN’da bir grup PKK’lı, sağlık merkezinin bahçesindeki Türk bayrağını indirip yerine kendi bayraklarını çekmiş.
Bunun üzerine polisin özel harekât timleri harekete geçmiş ve bir operasyonla Türk bayrağı yeniden göndere çekilmiş. Görüntülerini televizyonda izledim.
Türk bayrağı göndere çekilirken polisler tekbir getiriyor ve havaya ateş ediliyor.
Ne kadar mermi sıkılmış, bilemedim, saymama da olanak yoktu zaten.
Türkiye Cumhuriyeti, bin küsur yıllık bir devlet geleneğinden geliyor. Daha eskisine gitmeyelim, Selçuklu, Osmanlı’dan saymaya başlayalım, fetihten sonra Doğu Roma devlet geleneğinin etkilerini de üzerine koyalım!
Yani burası bir aşiret devleti değil.
Bayrağın göndere nasıl çekileceği belli, kanunla tarif edilmiş. “Meskûn mahalde” ateş açmanın cezası belli, kanunda yeri var!
Ve bunu hiç umursamayan da bu devletin polisinden başkası değil!
Polis arkadaşlar ne tekbiri, ne silahı?
Silvan, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir toprağı değil mi? Sağlık ocağını ele geçirerek, vatanı mı kurtardınız?
1922 yılının 9 Eylül’ünde, Yüzbaşı Şerafettin Bey, Yunan bayrağını indirip, İzmir Hükümet Konağı’na Türk bayrağı çekerken bile havaya kurşun sıkılmamıştı!
Siz futbol holiganı değil, kanunları uygulayan, uygularken de kanun içinde kalmak durumunda olan devlet görevlilerisiniz.
Bunu aklınızdan çıkarmayın.
Paylaş